Sürekli anlaşmazlığın ve uyumsuzluğun nedenleri; kadınla erkek arasındaki dinsel ve yasal engeller ile toplumların arasındaki sınırlar ve kurallardır! Adnan YALIM
Yeni yılda çocuklarınıza, bilgi yerine, özgün olanı; sporu, müziği, resim çizmeyi, kitap okumayı, yemek yapmayı, insanların birbirlerinden farklı olduklarını anlamalarını sağlamak için de, sanatı öğretin!
Çocuklarınıza ayrıca; sembol ve ritüeller yerine,
♠ Değerleri; dil ve sanat, hukuk ve tarih, sorumluluk ve sorgulama, çevre ve iklim bilincini...
♠ Yaşamayı; kimseden emir almadan ve kimseye emir vermeden yaşamayı...
♠ Benlik edinmeyi; "kul benlik" değil, "özerk benlik" edinmeyi...
♠ Düşünmeyi; kimseden emir almadan, bağımsız düşünmeyi...
♠ İnanmayı; safsatalara değil, başarıya inanmayı...
♠ Başkalarına değer vermeyi...
♠ Ekip çalışmasının önemini...
...öğretin çocuklarınıza!
Taşlama Töreni - Dr. Sabri Dündar
KÖŞEKTAŞ'TA TAŞLAMA TÖRENİ
Dr. E. Sabri Dündar
Yaşı 45 - 50'nin üzerinde olup da Köşektaş ve Kızılağıl kökenli olanlar çok iyi bilirler ki, 1970 öncesinde, iki köy arasında şöyle garip bir adet vardı. Dini bayramlarda, bayram namazından çıkan her iki köyün yeni yetme gençleri, iki köy arası bir meydanlıkta karşı karşıya gelirler, bir müddet süren ağız dalaşından sonra “daşlaşırlardı”. Yani gençler, karşılıklı olarak, elleriyle veya örme sapanlarla birbirlerine taşlar atarlar, küfürlerle karışık kaçıp kovalamaca sonrası, sanırım öğle saatlerinde, yorgun ve yaralı bir şekilde, kimin galip geldiği belli olmadan, karşılıklı olarak köylerine çekilirlerdi, taa ki bir sonraki dini bayrama kadar.
Aslında her iki köy arasında çok eskiye dayanan aşiret ve akrabalık ilişkileri vardı. Bir tanesine ilkokul yaşlarında iken, uzaktan korku ile, benim de katıldığım ve canlı tanığı olduğum, ne zamandır sürdüğü belli olmayan bu ilginç adet, bu “arkaik” kültür kalıntısı, sonradan ciddi düşmanlıklara ve yaralanmalara neden olmaya başladı. Hatta, son bir kaçında, işin içine ateşli silah ve yaralanmalar da girince, her iki köyün ortak kararıyla, çok haklı olarak, 1967 veya 1968 yıllarında sona erdirildi. Ancak, özellikle dini bayramların içinde olmasının da kendi içinde taşıdığı tezatlıkla birlikte bir “düşmanlık kültürü” idi.Belki de çok eski bir “arkaik kültür kalıntısı” idi. Veya yöreye özgü bir gelenekti. Her ne olursa olsun, sona erdirilmesi çok yerinde olmuştur.
Bu geleneğin sona erdirilmesinde, o dönemde bütün Türkiye'de ve özellikle Köşektaş'ta da yükselmeye başlayan siyasal bilincin, gençleri ve aydınları etkilemiş olmasının büyük payı olduğunu düşünüyorum. Bu benim kendi yorumum. Aslında bu “daşlaşma kültürü”, bizde ve doğu toplumlarında, hiç eksik olmamıştır. Sürekli düşmanlık üreten bu kültür ve davranışlar biçimi, kimin neye ve niçin düşman olduğunu bilmeden, bilemeden sürüp gidiyor. Toplumun önünü tıkayan, yenileşmenin, gençleşmenin oluşumuna engel her türlü sürer durumdan yana gerici bir kültür veya kültürsüzlüktür. Mevcut durumu korumak için düşmanlıkların olması gerekir veya düşmanlıklar yaratılmalıdır. Bir canlılık da getirmiyor bize, karşımızdakilerinin de haklı olabileceğini söyleyemiyor. Dolayısıyla karşımızdakilerin doğrularını paylaşamıyoruz. İster istemez yalan ve gerçek dışılık üretiliyor sürekli. Yaratıcılık ve üretkenliğin önündeki en büyük engel. Hep biz haklıyız, hep biz doğruyuz. Karşımızdakiler asla doğruyu söyleyemezler. Bu da tekrarı, tekdüzeliği getirmektedir. Tekrardaki kahredici kolaycılığı ve de ezberi. Burada tabiki zekaya yer yok. İhtiyaç da yok zaten. Düşmanlıklara taraf olmanız çok yeterlidir ve de gereklidir. O halde yaşasın düşmanlık! Her şeyi en iyi biz biliyoruz. Karşımızdakiler asla bilemezler. Ama ya biliyorlarsa? Onların doğrusundan mahrum kaldığımızın farkında mıyız? Matematik'te “Pi” sayısı evrensel bir gerçektir! Hayır bu doğru demenin anlamı var mı? Ya da o evrensel doğruyu reddetmenin yol açacağı vahim sonuçlar ne olacak? Karşı taraflarda yaratacağı hasarı hiç düşünmeden sopalar ve taşlar elimizde bekliyoruz. Kimin kafasının gözünün yarılacağı belli olmadan. Önemli olan o taşı atmak ve birilerini yaralamaktır. Acaba bütün dünya mı böyle? Sanmıyorum. O zaman uygarlıklar yaratılamazdı. Dinlerin, inançların, ideolojilerin aksi mesajlarına rağmen. Hiçbir şekilde engel olunamayan çok güçlü bir kolaycılık kültürü. Bir güdü. Sadece taraf olmanız yeterlidir. Başka hiçbir çaba gerekmez. Şöyle düşünenler olabilir. Çıkar çatışması! Ancak aynı çıkarları savunuyor görünen, aynı ortak değerleri paylaşan guruplar içinde veya arasında da olabildiğine göre, çıkarla da çok fazla ilintili değil. O halde nedir bu olgu? Her atılan taşın başka büyük ve kalıcı düşmanlıklar üretmesini istediğimiz bir “bencillik”. Veya altında ezildiğimiz eski bir ortak süper bencillik mi? Ya da ortak bir suçluluk duygusu mu? Geçmişimiz bu kadar kriminal ve kirli mi?
Çok mu ahlakçı bir yazı oldu sevgili dostlar? Neyse çok dikkate alıp da kafanızı karıştırmayın. Üzülürüm sonra! “Daşlaşa daşlaşa” taşlaşacağız nasıl olsa. “İnsana yabancı gelen tüm koşullarda yaşanmış veya yaşanabilecek anlık kayıtlardan bir demet bütün bunlar... Hemen herkesin kendinden bir parça bulabileceği ve yüzüne pussuz bir ayna olabilecek bu denemelerde, çoğu yazarın dört elle sarıldığı “mutlu son”, “acı son” gibi izlerden söz etmek mümkün değil. Gerçekle hayal ürününün birbiriyle örgülendiği, zamansal belirsizliklerle bezeli, okutan, okudukça düşündüren bir çalışma ve bir diğer deyişle, yazarın yıllanmış birikimlerinden küçük ve özel bir seçki bunlar...”
Biz insanlar, -bugünkü bilgilerimize göre- diğer canlılardan farklı olarak derin bir düşünme, yansıtma yeteneğine ve öz bilince sahibiz. Bu özelliklerimiz bizi, kendimize, çevremize, yaşama dair karmaşık sorular sormaya ve anlam arayışına iter. Kimimiz cevapları dini inançlar ve öğretilerde ararken, kimimiz de bilimin bistürisiyle yara yara, bilinmezin derinliklerine ulaşmaya çalışır.
Peki bu iki yaklaşımın arasındaki temel farklar nedir?
Dinler, bir inanç sistemi temelinde şekillenir ve yaşamın anlamını yaratıcı bir güç veya ilahi bir amaca bağlarlar. Kutsal metinler, ritüeller ve gelenekler aracılığıyla bu anlamı sunarlar. Din, genellikle şüpheye yer bırakmayacak mutlak bir doğruyu hedefler ve o doğruya inanmayı amaçlar.
Bilim ise şüphecilik ve sorgulamaya dayanır. Gerçeği gözlem ve deneye dayalı objektif ve kanıtlanabilir bir yöntemle arar. Bilim insanlarının amacı, evreni ve insan yaşamını mantıklı ve deneylere dayalı açıklamalarla anlamaktır.
Dinler, genellikle değişmeyen ve sınanamayan bir inanca dayanır. Yanlışlanamaz veya test edilemezler. Örneğin, yaratılış konusu, evrenin nasıl yaratıldığına dair kesin bir inanç içerir.
Bilim ise yanlışlanabilirlik ilkesine dayanır. Bilimsel iddialar test edilebilir ve sınanabilir. Bilimsel bir açıklama veya teorinin yanlış olduğu deney veya gözlemle kanıtlanabilir. Örneğin, yerçekimi teorisi belirli deneylerle sınanabilir ve yanlışlanabilir.
Dinler, genellikle doğaüstü bir varlık veya güç tarafından yönlendirildiğine inanılan bir anlamı öne çıkarır. İnsanların yaşamları, ilahi bir plana göre şekillenir. Evrenin kökeni, yaşamın amacı ve ölüm sonrası yaşam gibi metafizik soruları yanıtlamaya çalışırlar.
Bilim, doğaüstü açıklamalara dayanmaz ve kanıtı olmayan iddialarda bulunmaz. Kanıtı olmayan bir iddia zaten bilimsel değildir. Evrenin işleyişini doğa yasalarını kullanarak anlamaya çalışır. Bilim insanları, temel metafizik soruları yanıtlamak yerine gözlem ve deneylere dayalı olarak ölçülebilir ve anlaşılabilir gerçekleri anlamaya çalışırlar.
Dinler, genellikle kişisel inanç ve deneyimle ilişkilendirilirler. Her insan dinini kişisel bir biçimde yaşar ve yaşamın anlamını kendine özgü bir şekilde deneyimler.
Bilim ise evrensel ve nesnel bir perspektifi vurgular. Her yerde geçerli olabilecek bilgilere ve anlamlara ulaşma amacını taşır. Bilimsel bilgi, kişisel inançlardan bağımsızdır ve genellikle genel kabul gören gerçeklere dayanır.
Özetle, yaşamın anlamını dinlerde bulmakla bilimde aramak arasındaki temel fark, inanç ve şüphecilik, doğaüstü ve doğal, mutlaklık ve test edilebilirlik/yanlışlanabilirlik, kişisel ve evrensel gibi unsurları içerir. Bu iki yaklaşımın farklılıkları, insanların yaşamı yorumlama biçimlerini önemli ölçüde etkiler. Her iki yaklaşım da insanlar için farklı anlam ve tatmin kaynakları olabilir.