Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi2
Bugün Toplam110
Toplam Ziyaret738773
Mutlu Yıllar

Sürekli anlaşmazlığın ve uyumsuzluğun nedenleri; kadınla erkek arasındaki dinsel ve yasal engeller ile toplumların arasındaki sınırlar ve kurallardır!
Adnan YALIM


Yeni yılda çocuklarınıza, bilgi yerine, özgün olanı; sporu, müziği, resim çizmeyi, kitap okumayı, yemek yapmayı, insanların birbirlerinden farklı olduklarını anlamalarını sağlamak için de, sanatı öğretin!

Çocuklarınıza ayrıca; sembol ve ritüeller yerine,

Değerleri; dil ve sanat, hukuk ve tarih, sorumluluk ve sorgulama, çevre ve iklim bilincini...

♠ Yaşamayı; kimseden emir almadan ve kimseye emir vermeden yaşamayı...

Benlik edinmeyi; "kul benlik" değil, "özerk benlik" edinmeyi...

Düşünmeyi; kimseden emir almadan, bağımsız düşünmeyi...

İnanmayı; safsatalara değil, başarıya inanmayı...

Başkalarına değer vermeyi...

Ekip çalışmasının önemini... 

...öğretin çocuklarınıza!

Öteki Çanakkale - Hacı Çöl

 

ÖTEKİ ÇANAKKALE


Çanakkale Savaşları`nın yıldönümlerini, toplumu sarmalayan şiddet kültüründen kurtulmak çin yaşamın, kardeşliğin, yurt ve dünya barışının dillendirildiği
günlere dönüştürmeliyiz!

Hacı ÇÖL


Köyümüz bilgisunum sayfası kosektas.net`e böylesi baştan sona barış kokan  bir çiçek sunmuş olmasından dolayı öğretmenimiz Hacı ÇÖL`e çok teşekkür ederiz!

kosektas.net 


Çanakkale`den Barışa Giden Yol

Son günlerde sitemizde Çanakkale Savaşları’yla ilgili tartışma yazılarını ilgiyle izliyorum. 18 Mart tarihi yaklaştıkça konunun daha da güncelleşeceğini düşünüyorum.

18 Mart savaşın başlangıcı olarak kabul edilir, öyle bilinir. Oysa İngiliz birlikleri 19 Şubat 1915 tarihinden itibaren Settülbahir ve Kumkale mevkilerini bir ay boyunca bombaladı. Çanakkale Savaşı’nı bir bütün olarak değerlendirecek olursak 19 Şubat’ı başlangıç olarak kabul etmemiz gerekiyor.

Ortaokul Sosyal Bilgiler öğretmenim Köksal Altun (Köksal Hoca) bize tarihi; sebepler, olaylar ve sonuçlar olarak incelenmesi gerektiğini öğretmişti. Ne iyi öğretmiş, Hocamı saygıyla anıyorum. Çanakkale Savaşı’na bu açıdan bakacak olursak; öncelikle bu savaş neden yapıldı, gerekçeleri neydi? İlk akla gelecek olan “düşmanlar yurdumuzu ele geçirmek istiyordu” olurdu herhalde. Evet itilaf devletleri bunu istiyor olabilirler. Ama onların asıl hedefi boğazları geçip Rusya’ya yardım etmekti. Bu arada Enver Paşa’nın iki Alman gemisine Osmanlı bayrağı çekerek Karadeniz’e geçip Rus kentlerini bombalaması ile Osmanlı Devleti’nin resmen savaşa girdiğini de belirtelim. Savaşlardan bitkin düşmüş bir halkı yeni ve büyük bir savaşın ortasına atan başta Enver Paşa olmak üzere İttihatçılar’ın asıl amacı Turan ülküsünden başka bir şey değildir. Mustafa Kemal’in o yıllarda düşünsel olarak İttihatçılar’dan ayrıldığını da ekleyelim.

Birinci Dünya Savaşı başlamış, bütün şiddetiyle sürüyor ve kendimizi savaşın içinde buluyoruz. Yıllardan beri yapılan Rus Savaşları (93 Harbi), Balkan savaşları, Trablusgarp Savaşı, Suriye, Mısır Savaşları derken askeri ve ekonomik anlamda bitkin düşmüşüz. Ordu bu savaşlar sonunda iyice yıpranmış. Çanakkale için yeniden seferberlik emri çıkarılıyor, eli silah tutan erkekler askere alınıyor. Mesleği asker olmayan bu insanların çoğu öğretmen, doktor, esnaf, tüccar gibi çeşitli meslek gruplarındandı. Yani ülkenin aydın ve üretken insanlarıydı.

Savaş değişik cephelerde bir yıla yakın sürdü. Her iki taraftan yüz binlerce insan hayatını kaybetti. Ne kadar kolayca söyleyiverdik “yüz binlerce insan hayatını kaybetti”. Onların aileleri, geride bıraktıkları hayatları, savaş sırasındaki yaşadıkları psikolojik travma.

Bugün rahat koltuklarımızda, o insanların yaşadıklarını anlamaya çalışmak, sempati kurmak ve hak ettikleri en büyük saygıyı içimizde duyumsamak o insanlar için yapabileceğimiz en önemli şey galiba. Karşılıklı cephelerde savaşan, adını, sanını, memleketini bilmediği insanlarla yeri gelip ekmeğini paylaşan onurlu insanlar savaşın ne kadar gereksiz olduğunu bizlere gösteriyor.   

Savaşın bitiminde Çanakkale geçilmemişti. Yokluklar içinde mevzilerini savunan bu insanlar kendinden kat kat büyük ordulara boyun eğmemiştir. Başta Anafartalar komutanı Mustafa Kemal olmak üzere hepsini rahmet ve şükranla anıyoruz (Annemin dedesi de Çanakkale’de kalmış, künyesi bile gelmemiş). Evet Çanakkale geçilmemişti. Savaş kazanıldı demiyorum. Zira yüz binlerce insanın hayatını kaybettiği bir savaşın kazananı olmayacağını düşünüyorum. İtilaf devletleri İstanbul’a, oradan da Karadeniz’e ulaşamadılar. Buna bağlı olarak tarihin seyrini değiştirecek önemli gelişmeler oldu. Rusya’da çarlık rejiminin yıkılması, Ekim Devriminin gerçekleşmesi Kurtuluş Savaşı sırasında bizi oldukça rahatlattı. Aksi durumda bir de doğu cephesinde Ruslarla savaşmak zorunda kalmamız Kurtuluş Savaşı’nın nerelere evrilebileceğini tahmin etmek oldukça zor olacaktır.

Çanakkale Savaşı’na salt “vatan savunması” gözüyle bakmak yanıltıcı olabilir. Savaş bitiminde başkent kurtulmuştur. Ama aradan birkaç yıl geçmeden (13 Kasım 1918) İstanbul işgal edilmişti. İngiliz gemileri boğaza demirlemiş, şehrin sokakları yabancı askerlerle dolmuştu. Uğruna Çanakkale’de onca insanımızı kaybettiğimiz ülkede, İstanbul’un fiili işgaline karşı bir tek kurşun bile atılmamıştır. Bu açıdan değerlendirecek olursak, o insanlara karşı haksızlık etmiş oluruz. Bunca çaba, eziyet heba mı oldu diyeceğiz?

Çanakkale Savaşları’nın yıl dönümlerini, genç kuşaklara şehit olmanın erdemlerinin anlatıldığı; ölümün, öldürmenin özendirildiği günler olmaktan çıkartılıp, toplumu sarmalayan şiddet kültüründen kurtulmak için yaşamın, kardeşliğin, yurt ve dünya barışının dillendiridiği günlere dönüştürmemiz gerekiyor. Ancak o zaman uğruna onca canlar verdiğimiz bu güzel yurdu yaşanır kılabiliriz.

Hacı ÇÖL - Kırşehir,  11.3.2006, 22:00



Yorumlar - Yorum Yaz
Din ve Bilim


Din ve Bilim
Doç. Dr. Şafak Nagajima

Biz insanlar, -bugünkü bilgilerimize göre- diğer canlılardan farklı olarak derin bir düşünme, yansıtma yeteneğine ve öz bilince sahibiz. Bu özelliklerimiz bizi, kendimize, çevremize, yaşama dair karmaşık sorular sormaya ve anlam arayışına iter. Kimimiz cevapları dini inançlar ve öğretilerde ararken, kimimiz de bilimin bistürisiyle yara yara, bilinmezin derinliklerine ulaşmaya çalışır.
Peki bu iki yaklaşımın arasındaki temel farklar nedir?
Dinler, bir inanç sistemi temelinde şekillenir ve yaşamın anlamını yaratıcı bir güç veya ilahi bir amaca bağlarlar. Kutsal metinler, ritüeller ve gelenekler aracılığıyla bu anlamı sunarlar.  Din, genellikle şüpheye yer bırakmayacak mutlak bir doğruyu hedefler ve o doğruya inanmayı amaçlar.
Bilim ise şüphecilik ve sorgulamaya dayanır. Gerçeği gözlem ve deneye dayalı objektif ve kanıtlanabilir bir yöntemle arar. Bilim insanlarının amacı, evreni ve insan yaşamını mantıklı ve deneylere dayalı açıklamalarla anlamaktır.
Dinler, genellikle değişmeyen ve sınanamayan bir inanca dayanır. Yanlışlanamaz veya test edilemezler. Örneğin, yaratılış konusu, evrenin nasıl yaratıldığına dair kesin bir inanç içerir.
Bilim ise yanlışlanabilirlik ilkesine dayanır. Bilimsel iddialar test edilebilir ve sınanabilir. Bilimsel bir açıklama veya teorinin yanlış olduğu deney veya gözlemle kanıtlanabilir.  Örneğin, yerçekimi teorisi belirli deneylerle sınanabilir ve yanlışlanabilir.
Dinler, genellikle doğaüstü bir varlık veya güç tarafından yönlendirildiğine inanılan bir anlamı öne çıkarır. İnsanların yaşamları, ilahi bir plana göre şekillenir. Evrenin kökeni, yaşamın amacı ve ölüm sonrası yaşam gibi metafizik soruları yanıtlamaya çalışırlar.
Bilim, doğaüstü açıklamalara dayanmaz ve kanıtı olmayan iddialarda bulunmaz. Kanıtı olmayan bir iddia zaten bilimsel değildir. Evrenin işleyişini doğa yasalarını kullanarak anlamaya çalışır. Bilim insanları, temel metafizik soruları yanıtlamak yerine gözlem ve deneylere dayalı olarak ölçülebilir ve anlaşılabilir gerçekleri anlamaya çalışırlar.
Dinler, genellikle kişisel inanç ve deneyimle ilişkilendirilirler. Her insan dinini kişisel bir biçimde yaşar ve yaşamın anlamını kendine özgü bir şekilde deneyimler.
Bilim ise evrensel ve nesnel bir perspektifi vurgular. Her yerde geçerli olabilecek bilgilere ve anlamlara ulaşma amacını taşır. Bilimsel bilgi, kişisel inançlardan bağımsızdır ve genellikle genel kabul gören gerçeklere dayanır.
Özetle, yaşamın anlamını dinlerde bulmakla bilimde aramak arasındaki temel fark, inanç ve şüphecilik, doğaüstü ve doğal, mutlaklık ve test edilebilirlik/yanlışlanabilirlik, kişisel ve evrensel gibi unsurları içerir. Bu iki yaklaşımın farklılıkları, insanların yaşamı yorumlama biçimlerini önemli ölçüde etkiler. Her iki yaklaşım da insanlar için farklı anlam ve tatmin kaynakları olabilir.

Doç. Dr. Şafak Nakajima