Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam61
Toplam Ziyaret732518
Pirahã Halkı ve Dili
Daniel Everett, Pirahã kabilesi'ne dair özellikleri anlatıyor,
videodaki konuşma ve alt yazı İngilizcedir!

Manchester Üniversitesi dilbilim profesörü Daniel Everett Amazonlarda Maici nehri kıyısında yaşayan Pirahã halkının dilini 1977’den beri  inceliyor. Everett, Pirahaların arasında toplam yedi yıl geçirdi, buna karşın bulgularını yayınlamaya bugüne kadar cesaret edemiyordu. Çünkü bulgular, büyük popülaritesi olan doğuştanlık kuramına ters düşüyordu; nitekim genelce diye kabul edilen ve bütün dünya dillerinde olduğu varsayılan bazı dil(bilgi)sel özellikler Pirahãda yer almıyordu; dolayısıyla çağımızın en ünlü dilbilimcisi N. Chomsky ve  S. Pinker için bile bu bulgular dilbilim tartışmalarının odağını oluşturuyor.

Pirahãların en önemli özelliği tutumluluk: Yalnızca üç adıl kullanıyorlar; zaman  anlatan sözcükler bulunmuyor; eylemlerde geçmiş zaman yok. Renkleri somut olarak anlatmak da bu dil için önemsiz. Fakat en şaşırtıcı nokta, yantümce olmaması. Pirahãlar “İşimi bitirince sana gelirim” gibi bir tümcenin yerine “İşimi bitiririm, sana gelirim” der.

Everett “herkes”, “tümü/bütünü”, “daha çok” gibi sayı sözcüklerini de köylülerden hiç duymadığını söylüyor.  Everett “bir”e yakın anlamı olan “hói” diye bir sayı sıfatı duyduğunu, ancak bu sıfatın aynı zamanda “küçük” ya da “daha az” anlamına geldiğini belirtiyor (Örneğin “büyük bir balık” yerine “iki küçük balık”). Pirahãlar işlerini parmak hesabıyla yürütüyorlar.

Columbia Üniversitesi’nden ruhdilbilimci P. Gordon “Science” dergisinde yayınlanan çalışmasında güvercinler ya da şempanzeler sayılardan ne kadar anlıyorsa, Pirahãların da o kadar anladığını, “sayı kavramı” olmayınca sayıları ayırt etmenin de olanaksız olduğunu  söylüyor.

Everett Pirahãlara birden ona kadar saymayı öğretmek için sekiz ay uğraşmış, ancak öğretememiş. Everett bunun Pirahãların aptal olduğu anlamına gelmediğini, zekalarının  önlisans düzeyindeki bir kişinin zekasından daha düşük olmadığını belirtiyor.

Everett bütün bu olağandışı durumları şöyle açıklıyor: Dil, kültür aracılığıyla dünyaya gelir. Pirahãların kültürü ise “şimdi ve burada  yaşamak”  biçiminde özetlenebilir. Sadece doğrudan doğruya yaşananlar anlatılmaya değer bulunuyor. Bütün olaylar konuşma anına bağlıdır. Bu yaşam biçimi soyutlamayı ve geçmişle karmaşık bağlantılar kurmayı engelliyor, böylece dili sınırlıyor.

Pirahãların çocuklara ad verme yöntemi de ilginç: Çocuğa, herhangi bir yönüyle benzediği bir kabile üyesinin adı veriliyor. Bugün ve şimdi önemi olmayan şey unutuluyor. Örneğin çoğu kişi dede ve nenelerinin adını anımsamıyor.

Evrensel dilbildisinin özünü sesbilgisinin mi, biçimbilgisinin mi ya da başka bir dilbilgisel ulamın mı oluşturduğu konusu tartışmalı olsa da, dilbilimin duayeni 77 yaşındaki Chomsky’nin tartışmasız kabul ettiği bir şey var: bir yapının kendi kendisinin bir parçası olarak yinelenmesi (Rekursion). Chomky’ye göre yineleme olmadan ne matematik, ne bilgisayar ne de felsefe olurdu. İlke olarak, yineleme olmasaydı yantümce kurmak da olanaksız olurdu. Pinker buna dayanarak diyor ki: Pirahãda yantümce yok ise; yineleme, insan dilinin kendine özgülüğünün kaynağı ve nedeni, hatta evrensel dilbilgisinin bir öğesi de olamaz. Bu görüş, Chomsky’nin çürütülmesi anlamına gelir.

Bu bulgular, sözcüklerin düşünceyi belirlediğini savunan B. Whorf’u yeniden gündeme oturtmuştur.

Bugün itibarıyla hiç kimse Everett’in bulgularını doğrulayacak ya da çürütecek durumda değil. Çünkü onun gibi iyi Pirahã bilen yok. Buna karşın Chomsky’nin de çevresinden olmak üzere birçok araştırmacı bu yıl Maici’ye gidip Everett’in bulgularını/savlarını yerinde inceleyecek

(Rafaela von Bredow’un Der Spiegel’deki  haberinden aktaran: Prof. Dr. Tahir Balcı; 17. sayı, 24.4.06, s. 150-152).

Eğitim Tarihçesi


 KÖŞEKTAŞ KÖYÜNÜN EĞİTİM TARİHÇESİ


 Hazırlayan: Sinan Uçar, Derleyen ve İleten: Kenan Antike, Birişim: Lütfullah Çetin, Köy Odaları ve Anlatılar: Celalettin Ölgün, Köy Enstitüleri: Dr. Niyazi Altunya, Cumhuriyet Sonrası Eğitim Uygulamaları: [MEB] Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim Dergisi.


Eğitimdir ki, bir milleti hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir toplum halinde yaşatır veya kölelik ve yoksulluğa terk eder!  

Mustafa Kemal ATATÜRK


Kuruluş yıllarında Köşektaş’ta büyükçe bir cami ve hemen yanına da bir köy odası yapılmış. Köy sakinleri camide ibadetlerini ederler, kış aylarında da köy odasında otururlarmış. Daha sonraları köyde yaşayan insan sayısı artınca, her kabile kendine ait kullanacağı, içinde yatağı, sergisi, leğeni, ibriği, testisi bulunan bir oda ve dışardan gelecek konukların -ki bunlar genellikle çerçiler, vaaz vermek için köyleri dolaşan alim ve imamlar, konaklama ihtiyacını duyan transit tüccarlarmış - binekleri olan at ve eşekleri için bir de ahır yapmış.

Köyümüz emekli öğretmenlerinden Celalettin Ölgün’ün, ‘Köy Odaları’ adlı çalışmasında yapmış olduğu bir tespite göre;   

“Sonradan yapılan bu kabile odaları gerçekte gelenek, görenek, ortak kültür ve toplu yaşama kurallarının yeni kuşaklara aktarıldığı, onların yetiştirildiği eğitim yuvalarıdır. Zaman zaman Ürgüplü Refik Başaran, Geycekli Aşık Hasan gibi saz ve söz ustaları  buralara uğrar, oda toplumuna hoş vakitler  geçirtir, müzik şöleni verirlermiş. Bundan da önemlisi  köyde ya da çevrede  bilen (alim) insanlarca din, ahlak, tarih ve tarım konularında  bilgiler verici sohbetler yapılır; koyun, kuzu, şişek, toklu, yozlak, çeltek, at, kısrak, aygır, kulun, tay, deve, köşek, boduk, puhur, maya, kervan, savran, inek, öküz üzerine konuşulur, Zaloğlu Rüstem, Kan Kalesi gibi  Hazreti Ali Cenkleri,  Kerbela Vakası, Kısas-ı Enbiya,  Binbir Gece Masalları,  Kerem ile Aslı, Yusuf ile Züleyha, Arzu ile Kamber ve benzeri konularda  kitaplar okunurmuş.”

Her kabile böylece kendi odasına çekilince caminin yanındaki oda boş kalmış. Köy haklı o yıllarda medresede okumuş veya kendi kendini yetiştirmiş alim kişilerle bir yıllık ücret karşılığında anlaşarak, çocuklarının bu odada Arapça okuma-yazma öğrenmelerini sağlamış, okuma ve yazmayı öğrenemeyenler ise temel dini bilgiler ile namazda okunan dua ve sureleri öğrenmiş olmuşlar. Bu alim kişiler o dönemlerde namaz kıldırma, köyde ölen kimselerin cenazelerini defnetme gibi misyonları da üstlenmişler.

1800’lü yılların başında başlayan bu oda eğitimiyle okuma ve yazmayı ileri derecede öğrenen çocuklardan birçoğu Nevşehir’de medresede okuyarak, Fakih, Kolağası gibi çeşitli ünvanlar almışlar. Bu Fakih ve Kolağaları yıllarca kendi köyleri Köşektaş’ta çalışmış, imamlık yapmış, çocukları okutmuşlar..

Bu durum Cumhuriyetin kuruluşundan sonra, Arap alfabesi yerine Latin harflerinin kabulü olan 1 Kasım 1928 tarihine dek sürmüş.

CUMHURİYET SONRASI EĞİTİM VE ÖĞRETİM ALANINDA YAPILAN UYGULAMALAR

Atatürk, zaferden sonra, yeni Türkiye'nin kurulmasının eğitime dayandığı, en önemli ve en onurlu görevin eğitim işleri olduğu ve milli eğitim işlerinde kesinlikle başarıya ulaşılması gerektiği inancını taşıyordu. Her gittiği yerde, katıldığı toplantıda, eğitimin temel ilke ve hedeflerini ortaya koymuş, cehaletin eğitim yoluyla ortadan kaldırılabileceğini belirtmiş, öğretmenleri yüceltmiştir.

Zaten Cumhuriyetin kuruluşu ve sonrasında başlatılan yeni toplumsal yapının amacı, geleneksel toplum yapısına çağdaş bir yön vermek, çağdaş yurttaşlık bilincini kazandırmak ve toplumsal yapıyı eğitimle oluşturmaktı. Bu anlamda Cumhuriyetin kurulduğu dönem ve sonrasında eğitim ve öğretim alanında yapılan uygulamaları şu başlıklar altında toplayabiliriz.

1. Eğitimin Birleştirilmesi

3 Mart 1924 tarihli Tevhid-i Tedrisat Kanunu, öğretim ve eğitimin birliğini sağlamakla beraber medreselerin de kaldırılmasını sağlamıştır. Keza 3 Mart 1924 tarihli, Şer'iye ve Evkaf Vekaletlerinin kaldırılmasına dair kanunla da, vakıfların bağlı bulunduğu vekalet kaldırıl-dığından ve Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun üçüncü maddesi ile de Şer'iye ve Evkaf Vekaleti bütçesinde mektepler ve medreseler için ayrılan ödenek Maarif Vekaletine devredildiğinden, medreselerin kaderini tayin Maarif Vekaletine bırakılmıştır.

2. Eğitimin Örgütlenmesi                                          

22 Mart 1926'da kabul edilen, "Maarif Teşkilatı Hakkında Kanun" Tevhid-i Tedrisat Kanunun ilkelerinin ışığı altında eğitim hizmetlerini düzenlemiştir. Devletin izni olmadan hiç bir okulun açılmayacağını öngören Maarif Teşkilatı Hakkında Kanun aynı zamanda çağdışı bütün derslerin okul müfredat programlarından kaldırılmasını da sağlamıştır.

3. Eğitimin Niteliğini Geliştirme                                                                                     

Cumhuriyet döneminde Heyet-i İlmîye ve Eğitim Şûrası adı altında eğitim toplantıları yapılarak, bu toplantılarda eğitimin niteliğini geliştirmeye yönelik eğitim-öğretim konuları tartışılmış ve bazı temel ilkeler tespit edilmiştir.                                

Bu toplantılardan ilki 1921 yılında, Ankara’da top seslerinin duyulduğu bir ortamda yapılan 1. Maarif Kongresidir. Kongrenin eğitim tarihimiz içinde önemli bir yeri vardır. Bu kongre okul ve öğrenci durumunu gözden geçirmek, yapılması gereken çalışmaları belirlemek ve eğitime Milli bir yön vermek amacıyla toplanmıştır. Bu Şûra’ya yurdun her yanından gelen 250’den fazla erkek ve bayan öğretmen katılmıştır.

4. Eğitimi Yaygınlaştırma                                                                                                       

Okur-yazar oranını yükseltmek, öğretimi kolaylaştırmak ve Türkçe’yi ortak dil yapmak amacıyla 1928 yılında Lâtin temelli yeni bir alfabe kabul edilmiştir. Kasım 1928'de Latin esasından alınan harfler, (Türk dilinin özelliklerini belirten işaretlere de yer verilerek) "Türk harfleri" adıyla kabul edilmiştir. Yazı dilinde kullanılan Arap harflerinin yerine Türk harflerinin alınmasını ifade eden Harf Devrimi yapılmıştır.

Atatürk, 9 Ağustos 1928 gecesi İstanbul'da Sarayburnu Parkı'nda düzenlenmiş bir şenlik sırasında, Harf Devrimini halka şu şekilde duyurmuştur; "Arkadaşlar, güzel dilimizi ifade etmek için yeni Türk harflerini kabul ediyoruz. Bizim güzel ahenkli, zengin lisanımız yeni Türk harfleri ile kendini gösterecektir. Asırlardan beri kafalarımızı demir çerçeve içinde bulunduran, anlaşılmayan ve anlayamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak mecburiyetindeyiz. Lisanımızı muhakkak anlamak istiyoruz. Bu yeni harflerle behemehal pek çabuk bir zamanda mükemmel bir surette anlaşacağız ki, Milletimiz yazısıyla kafasıyla bütün medeniyet aleminin yanında olduğunu gösterecektir. Vatandaşlar, yeni Türk harflerini çabuk öğreniniz. Bütün millete, kadına, erkeğe, köylüye, çobana, hamala, sandalcıya öğretiniz" demiştir. Harf Devrimi, büyük bir tarihi olaydır. Çünkü, sosyal, kültürel ve siyasi alanda geniş yankıları olmuştur.

1 Kasım 1928'de Latin alfabesine dayalı yeni Türk Alfabesinin kabulünden sonra, 24 Kasım 1928'de yayımlanan Millet Mektepleri Talimatnamesi gereğince, yurdun her köşesinde olduğu gibi Köşektaş Köyün’de de üç yıllık ilk resmi okul açılmış, çocuklara yeni harflerle okuma yazma öğretilmeye başlanmıştır..

Köyümüz emekli öğretmenlerinden Celalettin Ölgün’ün yapmış olduğu araştırmalara göre;

“Köşektaş’ta bilinen ilk  okul binası 1928 yılında Kızılağıl Köyü ile ortak yapılan, ortak kullanılan kerpiç duvarlı toprak damlı  binadır.” 

1928 yılında yapılan bu üç yıllık resmi okula atanan ilk öğretmen 1319 (1903) doğumlu, Kırşehir’li Musa Kazım Dündar adında bir Cumhuriyet öğretmenidir. Bu muhterem insan 1928 -1941 yılları arasında 14 yıl süreyle sadece Köşektaş Köyü’nün değil, çevredeki Kızılağıl, Kayaaltı, Belbarak, Aşağıbarak köylerinin çocuklarının da öğretmenidir. O yıllar Köşektaş Köyü çevrenin eğitim ve öğretim merkezidir. 

5. Türkçeyi Koruma ve Geliştirme Önlemleri                                                          

Türkçe’nin yabancı dillerin sarmalından kurtarılması, bilimin gereğine göre geliştirilmesi ve yanlış kullanımının önüne geçilmesi amacıyla 1932‘de Türk Dil Kurumu kurulmuştur.

6. Öğretmen Yetiştirme Stratejileri 

KÖY ENSTİTÜLERİ                                                                                  

Hazırlıkları 1935’te başlatılıp 1937’de denemesine girişilen ve 1940’ta yasallaşan Köy Enstitüsü sistemi; Cumhuriyet aydınlanmasının eğitim alanındaki en özgün ve en çok ses getiren bir uygulamasıdır. 17 Nisan 1940’ta kabul edilen, Köy Enstitüleri Kanunu’na göre “Köy öğretmeni ve köye yarayan diğer meslek erbabını yetiştirmek üzere, ziraat işlerine elverişli arazisi bulunan yerlerde Maarif Vekilliğince [MEB’ce] köy enstitüleri açılır. ”Bu yasa hükmüne göre enstitülerin görevi sadece köy öğretmeni yetiştirmekle sınırlı olmayıp öğretmenle birlikte sağlık görevlileri, teknisyenler vd. meslek elemanları yetiştirmektir.   

TÜRK AYDINLANMASI VE DOĞA BİLİMLERİNİN IŞIĞINDA EĞİTİM KURAMININ BAŞMİMARI İsmail Hakkı Tonguç, uygulayıcısı ise  CUMHURİYET'İN EĞİTİM, KÜLTÜR, UYGARLIK SAVAŞÇISI  HASAN-ÂLİ YÜCEL Köy Enstitülerinin başmimarlarıdır.

1930-40’larda köye hizmet götürmek çok zordur. Cumhuriyetle birlikte girişilen köye hizmet çabaları; ya köylünün beklentilerine uymadığı ya da becerilemediği için yarım kalmıştır. Başarı için köylünün dilinden anlayan yeni bir aydın tipine gereksinme vardır. Bu da köylünün kendi içinden çıkarılabilecektir. İşin bu “püf” noktasını ilk yakalayan ve kendisi de bir köylü çocuğu olan büyük eğitimcimiz İsmail Hakkı Tonguç’tur. Büyük güçlüklerle öğrenim olanağı bulan Tonguç, Köy Enstitüsü Sisteminin hem kuramcısı, hem de kurucusudur. Onu, Atatürk’ün eski kurmaylarından Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan göreve getirmiş, sonraki Bakan Hasan-Âli Yücel de onun girişimlerine sahip çıkmıştır.

Tonguç’a göre “köylüye birşey öğretebilmek için, ondan birçok şey öğrenmeli”ydik (1938). Şöyle diyor:

“Kanımızı ve iliklerimizi isteyerek köyün içine akıtmadıkça, kırk bin köyün kenarına münevver insanın mezar taşı dikilmedikçe, bu köyün sırlarını anlayamayız. Köy[lüy]ü anlayabilmek, ... duyabilmek için onunla kucak kucağa, nefes nefese gelmek lâzımdır. Onun içtiği suyu içmek, yediği bulguru yemek, yaktığı tezeğin ifade ettiği sırları sezebilmek ve yaptığı işleri yapabilmek gerekir. Bizim köyün ne olduğunu evvelâ büyük âlimler, artistler değil kahramanlar anlayacaklar, sonra âlimlere ve sanatkârlara anlatacaklardır. Türk köyü, daha belki yirmi beş yıl âlim değil, kahraman isteyecektir. Bataklığı kurutmak, sıtmalıya kinin rejimi yaptırmak, trahomlunun gözüne ilâç damlatmak, okul binasını yapmak, yaralının yarasını sarmak, gebeye çocuğunu doğurtmak, pulluğun nasıl kullanılacağını veya tamir edileceğini öğretmek, bozuk köprüyü yapmak, ıslah edilmiş tohumu tarlaya saçmak, fidan dikerek onu büyütmek ve step köylüsünün ‘dal’ diye adlandırdığı ağacı hakikaten ağaç hâline getirmek; ulemanın işi değil, kahraman teknisyenler ordusunun işidir... O [köylü] bu kahramanları içinden yetiştirmeğe mahkûm. Bütün felâketlere katlanarak, ıstırabı zehir yutar gibi yutarak çalışan ve başlarının üstünde şereflerle örülü birer taç taşıyan bu kahramanlar köyü dile getirecekler[dir]... O zaman yeni sesler duyacağız. Bu seslerden ürkmeden onları dinlemek lâzımdır. Köyden yeni renk ve seda getirenleri saygı ile karşılamak gerekir. Hakiki köyü ve memleketi o zaman anlayacağız...”

Yine Tonguç’a göre:

“Köy meselesi bazılarının zannettikleri gibi, mihaniki surette ‘köy kalkınması’ değil, manalı ve şuurlu bir şekilde ‘köyün içten canlandırılması’dır. Köylü insanı öylesine canlandırılmalı ve şuurlandırılmalı ki, onu hiçbir kuvvet yalnız kendi hesabına ve insafsızca istismar edemesin. Ona esir ve uşak muamelesi yapamasın. Köylüler, şuursuz ve bedava çalışan birer iş hayvanı haline gelmesinler. Onlar da her vatandaş gibi her zaman haklarına kavuşabilsinler. Köy meselesi, köyde eğitim problemleri de içinde olmak üzere bu demektir.” (1939)

Görüldüğü gibi, kimi iddiaların aksine Tonguç, iş başına, yeterli kuramsal bilgi donanımına ve siyasal bilince sahip olarak gelmiştir.

Tonguç, köylünün kurtuluşunu, onun kendi gücünde görmektedir:

“Köylüyü, köyden başlayarak, ta Kamutay’a (TBMM’ye) varıncaya kadar, devletin bütün şubelerinin idaresine, onda bugünkü vasıflarından başka bir şart aramaksızın iştirak ettirmek, bu suretle devlet işlerini, realiteden kuvvet alan elemanlarla besleyerek memleketin hakikî bünyesine uygun bir şekle getirmek... Köylü vatandaşlarda... cumhuriyet vatandaşlığı şuurunu, aksiyon haline gelebilecek şekilde uyandırmak... lâzımdır.” (1939)

Hasan Ali Yücel adı anılınca akla ilk gelen O’nun 28 Aralık 1938’den 5 Ağustos 1946’ya kadar “yedi yıl, yedi ay ve dokuz gün” süre ile yaptığı efsânevî Maarif Vekilliği, şimdiki terimle millî eğitim ve kültür bakanlığıdır. Bu bakanlıktaki başarısı o derece baş döndürücüdür ki, bundan önceki ve sonraki yaşamında ve görevlerinde büyük bir insansever ve vatansever bakış açısından mevlevi dervişi, felsefeci, filozof, sanatkar, (musikişnas, şair, yazar), bilimadamı (edebiyat tarihçisi, bilim tarihçisi, eğitim tarihçisi), eğitimci (öğretmen, müfettiş), devlet adamı ve gazeteci olarak yaptığı, pek çok sıradan insan için cidden pek büyük başarılar olarak kayda geçecek faaliyetlerini hemen hemen tamamen gölgeler.  

Karma eğitim yapılan bu okullarda, "İş İçinde Eğitim" ilkesi benimsenir. Türkçe, matematik, tabiat bilgisi, musiki, kooperatif, tarih, coğrafya gibi derslerin yanı sıra, tarla ziraati, bağcılık, sebzecilik, ağaççılık, hayvan bakımı, arıcılık, tavukçuluk, balıkçılık, yapıcılık, demircilik, marangozluk, dülgerlik, dokumacılık, el sanatları gibi uygulamalı derslere de yer verilir. 

Enstitüler 1942’de ilk mezunlarını verir ama beş yıl sonra yani 1947’de, bu okulların eğitim programlarında ciddi değişiklikler yapılır. Aynı yıl Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü ‘benzer başka okullar olduğu’ gerekçesiyle kapatılır. Köy Enstitülülerinin yöneticileri, öğretmenleri değiştirilir.  Eğitmen kurslarına son verilir. 1950 seçimlerinden sonra, Köy Enstitülerinin sağlık bölümleri kapatılır. 1954’te Köy Enstitüleri tümden kapatılır.

Köşektaş Köyü İlkokulu'na 1940 yılında atanan ikinci öğretmen Avanoslu Hilmi Ercan’dır. Hilmi Ercan 1942 yılında naklen ayrılmıştır. 1942 yılında Hilmi Ercan’ın ayrılması ile yerine Kırşehirli Ali Demirci adında yeni bir öğretmen atanmıştır. Ali Demirci 1943 yılında naklen ayrılmıştır. Bu dönemlerde Köy Enstitüleri ilk mezunlarını vermektedir. Genel kültür ve pratik bilgilerle donanan  103 genç öğretmen, Anadolu’nun aydınlık bekleyen köylerine dağılır.            

Köşektaş Köyü İlkokulu'na 1941 yılında kendisi de Köşektaşlı olan Yahya Doğan eğitmen olarak atanmıştır. Köşektaş Köyü İlkokulu'nda 38 yıl hiç aralıksız çalışan Yahya Doğan, 1977 yılında yaş (65) haddinden emekli olmuştur. Yahya Doğan, Köşektaş Köyü’nün en büyük eğitimcisidir! 1941 yılından 1977 yılına emekli olasıya değin birinci sınıfta okuyan herkes onun eğitiminden geçmiştir. 1986 yılında 85 yaşında vefat etmiştir. Kendisini saygıyla anıyoruz!

1945 yılında Köşektaş Köyü’ne yalın ayak, nasırlı ellerle, alın teriyle, inançla, umutla, geceli-gündüzlü sürdürülen özverili bir çalışma sonucu; beyaz renk badanası, kırmızı kiremitli çatısıyla, fidanları ve işliğiyle; yanını, yöresini gökteki güneş gibi ışıl ışıl aydınlatan yepyeni bir okul yapılmış ve bu okul o günün koşullarında çok miktarda araç ve gereçlerle donatılmıştır. İşlik denilen koskoca bir odada marangoz, demirci, duvarcı alet ve edavatlarının hepsi mevcuttur. Ayrıca o yıllarda okula ait 150 hektar arazi tahsis edilmiştir.          

O günlerin zor koşullarında okulun yapımı için köy halkının ne gibi zorluklara katlandığını Celal Hoca’dan dinleyelim;

''1945 yılında eğitim ve öğretime açılan Körçeşme’nin altındaki  şimdi izleri bile bırakılmayan  bu okul binası tamamen angarya – imece  yöntemiyle yapılmıştır. Köylü, günlerce dağdan taş sökmüş, Kağnılarla o taşları taşımış. Kızıltepe’den  kağnılarla kireçtaşı toplanıp Üsülüğün derede yakılıp kireç elde edilmişti. Tüm köylü, kendi işini, çiftini, ekinini harmanını  bırakıp günler aylarca  bu yapıyı bitirmek için çalışmıştı. Para gereken malzemeler için ev başına “salma salınmış”. Bu salınan üç-beş lirayı verecek çok az insan olduğundan  kimileri okul parasını kazanmak için çalışmaya gitmiş, çoluk, çocuğu perişan olmuştu. Ama bu okulda okuyup çıkan  çocukları, torunları daha yüksek okullarda  öğrenim görmüş aydın insanlar olarak yetişmişlerdir.''

1946 yılında İdris Vural adında Avanos-Özkonaklı yeni mezun öğretmene bir çift at, araba, pulluk vb. araç ve gereçleri verilerek, hem köy okulunun öteki okullardan farklı olarak üretici bir birim olması, hem de öğretmenin köyde örnek çiftçilik yapması sağlanmıştır. İdris Vural 1953 yılına kadar 8 yıl Köşektaş Köyü İlkokulu'nda çalışmış ve 1953 yılında naklen başka bir okula atanmıştır.

1953 yılında İdris Vural’ın ayrılmasından sonra, Burhan Baytek adlı Yozgatlı bir öğretmen atanmış, 1955 yılına kadar çalışmış ve aynı yıl ayrılmıştır. Burhan Baytek’in yerine 1955 yılında Hacıbektaşlı Hüseyin Aydoğan adında bir öğretmen atanmış ve 1956 yılında naklen ayrılmıştır. 1956 yılında Hüseyin Aydoğan’ın ayrılması ile yerine kendisi de Köşektaşlı olan, Hasanoğlan Köy Enstitüsü mezunu Feti Çelebi’nin gelmesi ile eğitim ve öğretimde bir sıçrama olmuş ve ilk kez köyden Hacıbektaş Ortaokulu'na öğrenci gönderme eylemi başlamıştır. Hacıbektaş Ortaokulu'na 1957-1958 ders yılında köyden 8 öğrenci kayıt olmuştur. Bu öğrenciler; Nedim Uçar, Sinan Uçar, Mehmet Uçar, Ahmet Uçar, Zafer Ceyhan, İsmail Şeref ve Fuat Şen’dir. Feti Çelebi’nin 1960 yılında başka bir okula naklinden sonra aynı yıl Kızılağıl köyünden olan öğretmen Bekir Safa, 1961 yılında da Ankara Hukuk Fakültesi öğrencisi Ata Yargıç adlı asker öğretmen köy ilkokuluna atanmışlardır. Böylece eğitmen Yahya Doğan, okul müdürü Bekir Safa ve asker öğretmen Ata Yargıç olmak üzere köy okulundaki öğretmen sayısı üçe yükselmiştir.

Ata  Yargıç 1963 yılında askerliğinin bitmesi sonucu, Bekir Safa ise 1964 yılında nakil gereği ayrılmışlardır

Ata Yargıç’ın Köşektaş Köyü eğitim ve öğretim tarihinde önemli bir yeri vardır. O, köy odalarında Yaşar Kemal, Orhan Kemal ve Kemal Tahir gibi kıymetli yazarların romanlarını okuyarak, köy insanına okuma ve dinleme alışkanlığı kazandırmıştır. Celal Hoca bir anlatmasında Ata Yargıç’la ilgili şöyle bir tesbitte bulunuyor;

"1960 yılına değin  Köşektaş’ta tek düzen bir yaşantı vardı. Almanya’ya işçi akının başlaması, onların izine gelişlerinde yeni şeyler anlatmaları, yeni yaşantı biçimleri, radyo, teyp, pikap gibi iletişim araçları  köylümüzün, görüş ve düşünüş ufkunu genişletti.                  

1961 yılında, köye Yedek subay Öğretmen olarak atanıp iki yıl görev yapan, Polatlılı Ata Yargıç öğretmen, yaşantı biçimi, olumlu düşünceleri ve enerjik yapısıyla köylümüzün dışa açılan penceresini büyülttü, camlarını daha saydamlaştırdı denilebilir. Köy odalarında günlük gazeteler, romanlar, öyküler düşünce yazılarını okuyarak o günece olmadık, görülmedik şeyleri gerçekleştirerek halkı bilinçlendirmeleriyle, okulda; öğrencilere değişik öğretmen davranış-larıyla belleklerine yerleşti.        

Gerçekte öğretmen değildi ama bir öğretmenden fazla iz bıraktı denilebilir.”

Ata Yargıç’ın terhis olup, Bekir Safa’nın da nakil gereği ayrılmalarından sonra yerlerine, Hasanoğlan Köy Enstitüsü mezunu, Köşektaşlı öğretmen Musa Kâzım Yalım (1963) ile, 1953-1954 Atatürk Öğretmen Okulu mezunu, Köşektaşlı Rüstem Şen (1964) atanmışlardır. Kazım Yalım 1966 yılına dek, Rüstem Şen ise 1967 yılına dek üçer yıl görev yapmış ve naklen ayrılmışlardır.

Hasanoğlan Köy Enstitüsü mezunu Musa Kâzım Yalım, günümüzde öğretmenlik yapmış olsaydı; salt dinleyen değil, soru soran, tüketen değil, üreten, müzik enstrümanı çalan, resim çizen, sorumluluk üstlenerek araştırma yapan, özgüveni gelişmiş, ben yaparım, ben başarırım diyebilen, kendilerini rahatça ifade edebilen öğrenciler yetiştirirdi kuşkusuz.

1965 ve takibindeki yıllarda yapılan atama ve nakiller;

Seyfi Vural: Avuç köyündendir. 1965’de atanmış, 1966’da ayrılmıştır.

Erol Ünlüyurt: Hacıbektaş-Çivril köyündendir. 1966 yılında asker öğretmen olarak atanmış, 1967 yılında ayrılmıştır.

Sabahattin Göçer: Hacıbektaşlıdır. 1966-1967 yıllarında görev yapmıştır.

Ömer Aksoy: Gülşehirlidir. 1967 yılında atanmış, 1968 yılında nakil gereği ayrılmıştır. 

Emine Ceyhan: Avanosludur. 1966-1968 öğretim yıllarında vekil öğretmen olarak görev yapmış ve 1968  yılında ayrılmıştır.

Feti Çelebi: İkinci kez 1967 yılında başladı, 1968 yılında ayrıldı. Saygı ile anıyoruz!

Zafer Ceyhan: Köşektaşlıdır. 1967-1968 öğretim yılında çalışmıştır.

Zülbahar Şen: Köşektaşlıdır. 1968-1972 yılları arasında görev yapmıştır.

İlhan İnce: Avanosludur. 1968 yılında başlamış ve aynı yıl ayrılmıştır.

Nursal Öncül: 1968 yılında başlamış ve aynı yıl ayrılmıştır.

Yasemin Güvenç: 1968 yılında başlamış ve aynı yıl ayrılmıştır.

Elmas Yavuz: Hacıbektaşlıdır. 1968 yılında başlamış, 1981 yılında ayrılmıştır.

Günsel Sümer: 1968 yılında başlamış, 1971 yılında ayrılmıştır.

Ali Demir: Hacıbektaşlıdır. 1971 yılında başlamış ve 1982 yılına dek 12 yıl çalışmıştır. Köşektaş Köyü İlkokulu'nda yeri doldurulamaz bir öğremendir!

Durmuş Altuntaş: Köşektaşlıdır. 1972’de başlamış ve aynı yıl ayrılmıştır.

İbrahim Özdoğan: Köşektaşlıdır. 1971 yılında başlamış, 1981 yılında ayrılmıştır. 11 yıl süresiz görev yaparak, Köşektaş Köyü eğitim ve öğretimine önemli hizmetler vermiştir. Kendisini saygıyla anıyoruz!

Ahmet Yavuz: Hacıbektaşlıdır 1972-1981 yılları arasında görev yapmıştır. Saygı ile anıyoruz!

Mustafa Kızıl: Edirne-Keşanlıdır. 1972 yılında başlamış, 1975 yılında ayrılmıştır.

Kadriye Ertaş: 1972 yılında başlamış ve aynı yıl ayrılmıştır.

Sinan Uçar: Köşektaşlıdır. 09.09.1974 yılında Köşektaş Köyü İlkokulu'na okul müdürü olarak atanmış, 15.07.1995 yılına kadar 21 yıl çalışmış ve emekliye ayrılmıştır.

Okul müdürü olarak göreve başladığı 09.09.1974 tarihinde ilkokulda çift öğretim yapılmaktadır. Öğretim gören öğrenci sayısı 235’tir. Dershaneler yetersiz, araç ve gereçler eskidir. Beş yıl sonra, 1979 yılında, Kütüphane binasına iki derslik açılarak çift öğretimden normal öğretime geçilmiştir. Okula yeni masa ve sıralar temin edilmiş, ders araçları tümden yenilenmiştir.

1998 yılında ilköğretimin sekiz yıla çıkmasıyla Türkiye’de büyük bir öğretmen açığı oluşmuştur. Devletin emekli öğretmenlere çağırısı üzerine; 01.05.1998 tarihinde Sinan Uçar, emekli dönüşü, Köşektaş Köyü İlkokulu'nda sınf öğretmeni olarak yeniden göreve başlamış ve beş yıl çalışarak 2003 yılında tekrar emekli olmuştur. Toplam hizmet süresi 37 yıl olan Sinan Uçar yaşamını halen Köşektaş’ta sürdürmektedir.

1976 yılında köye ortaokul binası yapılmış ve aynı yıl öğretime açılmıştır.

Muzaffer Kırk: Köşektaşlıdır. 1977 yılında başlamış, 1984 yılında ayrılmıştır.

1979 yılında köye yeni bir İlkokul binası yapılmış ve 1945  yılında eğitim ve öğretime açılan Körçeşme’nin altındaki, şimdi izleri bile bırakılmayan, okul binası, 15 Ekim 1980'de, kapatılmıştır.

Eski İlkokul binasının yok edilişi ile ilgili Celal Hoca’nın yapmış olduğu eleştiriye katılmamak olası degil:

“Ulusların, yurtların, devletlerin bir geçmişi olduğu gibi küçükte olsa köylerin, yapıların, tarlanın hatta dikili bir ağacın bile bir özgeçmişi, tarihi vardır.

1945 yılında eğitim ve öğretime açılan Körçeşme’nin altındaki okul binası yok edildi, yok ettirildi, yok edilmesine göz yumuldu. Hatta bahçe duvarlarındaki taşlar bile birer birer  sökülüp götürüldü. Oysa her taşında minicik ellerimizin kanı vardı. Çocuk ellerimizle diktiğimiz, yıllar sonra şu ağacı ben dikmiştim, şu köşede kocaman dut ağacı vardı, şurası Yaprakçı öğretmenin bahçesi, şuraya Ata öğretmen bize sallanguç kurmuştu. Şurada Kazım öğretmen ut çalardı. Şurada Fethi öğretmenle Rüstem öğretmen tartışırdı, şurada  Yahya eğitmen, değişmez birinci sınıflarında alfabesini söktürür, elden ele dolaşa, dolaşa çok sayfası olmayan Kıraat kitabından okuma parçaları okutur, cebinde hiç eksik olmayan bıçağıyla kalemlerimizi  sivriltirdi . Şurada Bahri öğretmen duyulur, duyulmaz sesiyle ımıl ımıl ders anlatırdı . Şu derslikte, Hacı İbrahim öğretmen elişi çalışması yaptırır, şurada “Göğolan, Tilliz bize süt dağıtırdı diyebileceğimiz bir şey kalmadı. Bir yerde soykırım yapar gibi anılarımız sildirildi . 

O okul binasını yok ettirmekle; O yılların Muhtarı “Hacı Hasanın Oğlu’nun, Kör Duran’la birlikte, onurunu hiçe sayarak, Kızılağıl’dan kiremit çalmaları ve azalarının olağanüstü çabaları, yapımında ustalık yapan “Zavrak, Tıstıs Zekere, Mükür’ün, Şakir’in ve nicelerin emekleri, çektikleri sıkıntılar, acıları da yok edildi. O yılların yokluğu, yoksulluğunun bir anıtıydı. Çiftlerini, ekinini bırakıp dağdan taş söken, kağnılarla onları günlerce taşıyan yapımında işçi olarak çalışan babalarımızın, analarımızın emekleri de şimdi yok. Kiremidi, kapı, pencereleri için salınan salmayı ödemek için gurbete çıkan Yaylacı’nın, Kör Sülü’nün, Gumbazın Ali’nin, Ayrancı’nın ve başkalarının gurbet acıları, sıkıntıları da  silindi.

Tarihi, kitaplardan mı okumak zorundayız. Bu talana göz yuman muhtar, üyeleri, İlkokul Müdürü, öğretmenler ve duyarsız kalıp görmezlikten gelen herkes suçludur.”

1978 yılında öğretmen sayısının 6’dan 8’e çıkarılması sağlanmıştır. Ortaokulla ilkokul birbirlerine yaklaştıkları için eğitsel, kültürel, sosyal etkileşmeler olmuş, ders araç ve gereçleri sıkıntısı ortadan kalkmıştır. Köşektaş Köyü bu dönemde eğitim-öğretimde en parlak dönemini yaşamış, ögrencilerden çoğu katıldıkları birçok sınavları kazanmışlardır.

Köy ilk ve ortaokulundan mezun olduktan sonra eğitimlerini Hacıbektaş, Kırşehir, Kayseri, Nevşehir gibi çevre il ve ilçelerde devam ettiren öğrencilerden birçoğu üniversiteyi bitirerek, Doktorluk, Avukatlık, Savcılık, Mühendislik, Öğretmenlik vb. çesitli meslek gruplarını seçerek, ülkemizin değişik bölgelerinde değerli hizmetler vermişler ve vermeye de devam etmektedirler.

Daha sonraki yıllarda yapılan atama ve nakiller;

Şerife Demir: Avanos-Özkonaklıdır. 1977-1985 yıllarında 8 yıl çalışmış, eğitime ve öğretime önemli katkıları olmuştur.

Gülderen Erden: 1977-1979 yıllarında çalışmıştır.

Celalettin Ölgün: Köşektaşlıdır. 1979-1981 yılları arsında çalışmıştır.

Gülseven Altunoğlu: 1982-1986 yılları arasında çalışmıştır.

Yener Metin: Kayserilidir. 1981-1988 yılları arasında çalışmıştır.

Ahmet Tekin: 1982-1988 yılları arasında çalışmıştır.

Bilal Şernaz: Köşektaşlıdır. 1988’den 1997’ye kadar çalışarak 10 yıl görev yapmıştır.

Filiz Bulduk: 1986-1991 yılları arasında çalışmıştır.

1980’li yıllarda köyden şehre göç nedeniyle öğrenci sayısı yıldan yıla azalmaya başlamıştır. 1991 yılında ilkokulla ortaokul birleştirilerek, köydeki eğitim ilköğretime dönüştürülmüştür.

Ali Yıldız: Köşektaşlıdır. 1993-1995 yılları arasında görev yapmıştır. Titiz ve özverili çalışmalarından dolayı kendisini kutluyoruz.

Yunus Çelebi: Köşektaşlıdır. 1993 - ???? yılları arasında çalışmıştır. Genç ve idealist bir öğretmen olarak faydalı hizmetlerde bulunmuştur. 

Sezer Cesur: Köşektaşlıdır. 1998-2001 yılları arasında görev yapmıştır.

Cumhur Uçar: Köşektaşlıdır. 1991 tarihinde göreve başladı. Başarılı ve özverili çalışmalarını 2003/2004 eğitim ve öğretim yılı sonuna dek tek öğretmen olarak sürdürdü.

2002, 2003 ve 2004 yıllarında yapılan denetim sonucu, Köşektaş Köyü İlkokulu, ‘Eğitim Bölgesi Yerleşim Alanı’nda en başarılı kurum olarak belirlenmiş ve Başarı Belgeleri’yle ödülendirilmiştir. Gösterdikleri bu başarılardan dolayı başta Cumhur Uçar olmak üzere tüm kurum çalışanlarını yürekten kutluyoruz. 

2003/2004 eğitim ve öğretim yılı sonu itibarıyla, kayıtlı öğrenci sayısının yetersizliği nedeniyle, Köşektaş Köyü İlkokulu’ndaki öğretime son verilerek, taşımalı öğretime geçilmiştir.

  • Leğen: Metal veya plastik yayvan kap.
  • İbrik: Su koymaya yarayan kulplu, emyikli kap.
  • Testi: Kulplu, dar boğazlı, geniş gşvdeli toprak kap.
  • Çerçi: Köyleri gezerek ufak tefek eşya satan gezginci esnaf.
  • Ahır : Evcil büyükbaş hayvan barınağı.
  • Yurttaşlık: Bir yurtta doğup büyüme veya yaşamış olma durumu.
  • Medrese: İslam dini kurallarına uygun bilgilerin okutulduğu okul.
  • Alim: Bilen, bilici, bilgin.
  • Fakih: Fıkıh bilgini, bir şeyi gereği gibi bilen.
  • Kolağası: Osmanlılarda belirli bir mertebeye gelmiş erlere verilen rütbe.
  • Cehalet: Bilgisizlik, bilmezlik.
  • Tevhid-i Tedrisat: Eğitimin Birleştirilmesi.
  • Şer'iye ve Evkaf: Din işlerı ve vakıflar.   
  • Vekalet: Bakanlık.
  • Mektep: Okul.
  • Maarif Vekaleti: Bilgi, kültür, eğitim ve öğretim bakanlığı.
  • Müfredat: Bir bütünü oluşturan bireyler, ayrıntılar.
  • Medeniyet Alemi: Uygar insanlardan oluşan bütün, topluluk.
  • Heyet-i İlmîye: İlim ve Bilim kurulu.
  • Şûra: Danışma kurulu.
  • Lisan: Dil.
  • Dülgerlik: Yapıların kaba ağaç kısmını yapan meslek erbabı.
  • Talimatname: Yönetmelik.
  • Atanma: Herhangi bir göreve getirilme, tayin edilme.
  • Nakil: Herhangi bir yerden başka bir yere aktarma.
  • Edavat: Alet.
  • Terhis: Askerlik görevinin sona ermesi.
  • Pulluk: Toprağı sürmek için kullanılan araç.
  • Üsülük: Hüseyin Şahin.
  • Hacı Hasanın Oğlu: İbrahim Güneş.
  • Kör Duran: Duran Cesur.
  • Göğoğlan: Ahmet Gülmez.
  • Tilliz: İdris Güneş.
  • Zavrak: Mustafa Özdoğan.
  • Tıstıs Zekere: Zekeriya Tandoğan.
  • Mükür: Mükremin Taşkıran.
  • Şakir: Şakir Özsoy.
  • Yaylacı: İbrahim Çöl.
  • Kör Sülü: Süleyman Çelebi.
  • Gumbazın Ali: Ali Uçar.
  • Ayrancı: Mustafa Çöl.
  • Müfettiş: Denetleyici.

1928’DEN GÜNÜMÜZE ÖĞRETMEN TAYİN VE NAKİLLERİNİ GÖSTEREN LİSTEDİR

#

Ögretmen

İl, İlçe veya Köyü

Atanma

Nakil

1

Musa Kazım Dündar

Kırşehir

1928

1941

2

Hilmi Ercan

Avanos

1940

1942

3

Ali Demirci

Kırşehir

1942

1943

4

Yahya Doğan

Köşektaş

1941

1977

5

İdris Vural

Avanos-Özkonak

1946

1953

6

Burhan Baytek

Yozgat

1953

1955

7

Hüseyin Aydoğan

Hacıbektaş

1955

1956

8

Feti Çelebi

Köşektaş

1956

1960

9

Bekir Safa

Kızılağıl

1961

1964

10

Ata  Yargıç 

Polatlı

1961

1963

11

Kazım Yalım

Köşektaş

1963

1966

12

Rüstem Şen

Köşektaş

1964

1967

13

Seyfi Vural

Avuç Köyü

1965

1966

14

Erol Ünlüyurt

Hacıbektaş-Çivril

1966

1967

15

Sabahattin Göçer

Hacıbektaş

1966

1967

16

Ömer Aksoy

Gülşehir

1967

1968

17

Emine Ceyhan

Avanos

1966

1968

18

Feti Çelebi

Köşektaş

1967

1968

19

Zafer Ceyhan

Köşektaş

1967

1968

20

Zülbahar Şen

Köşektaş

1968

1972

21

İlhan İnce

Avanos

1968

1968

22

Nursal Öncül

 

1968

1968

23

Yasemin Güvenç

 

1968

1968

24

Elmas Yavuz

Hacıbektaş

1968

1981

25

Günsel Sümer

 

1968

1971

26

Ali Demir

Hacıbektaş

1971

1982

27

Durmuş Altuntaş

Köşektaş

1972

1972

28

İbrahim Özdoğan

Köşektaş

1971

1981

29

Ahmet Yavuz

Hacıbektaş

1972

1981

30

Mustafa Kızıl

Edirne-Keşan

1972

1975

31

Kadriye Ertaş

 

1972

1972

32

Muzaffer Kırk

Köşektaş

1977

1984

33

Sinan Uçar

Köşektaş

1974

1995

34

Şerife Demir

Avanos

1977

1985

35

Gülderen Erden

 

1977

1979

36

Celalettin Ölgün

Köşektaş

1979

1981

37

Gülseven Altunoğlu

 

1982

1986

38

Yener Metin

Kayseri

1981

1988

39

Ahmet Tekin

 

1982

1988

40

Bilal Şernaz

Köşektaş

1988

1997

41

Filiz Bulduk

 

986

1991

42

Cumhur Uçar

Köşektaş

1991

2004

43

Ali Yıldız

Köşektaş

1993

1995

44

Yunus Çelebi

Köşektaş

1993

????

45

Sezer Cesur

Köşektaş

1998

2001

 



Yorumlar - Yorum Yaz
Şehleray Dili

Bedros Tıngır'ın Evrensel Dili Şehleray
The Seh-lerai Language

Şair Bedros Tıngır'ın dünya barışına hizmet etmesi için tasarladığı, icat ettiği ve kurallarını, gramerini oluşturduğu Şehleray dilinin hazin hikâyesi...

Şair Bedros Tıngır’ı (Petros Tıngıryan) ve tasarladığı Şehleray dilini pek bilen yoktur. Kendisi 19. Yüzyılda 40 yıl boyunca İzmir Buca’da yaşamış ve 1881 yılında Buca’da ölmüş Ermeni bir şairdir. Dokuz dile (Ermenice, Yunanca, Latince, Arapça, Farsça, İtalyanca, İngilizce, Fransızca, Sanskritçe) hâkim olan Tıngır, 1865 yılında burada, uluslararası olarak kullanılabilecek Şehleray dilini icat etmiştir. Bu dil Tıngır’a göre, bütün ülkeler arasında barışı ve sevgiyi teşvik edecek, dinler üstü, diller üstü, uluslar üstü kimlikli bir dil olacaktır. Tıngır, çeşitli dinlere ve dillere bölünmeye maruz kalmadan evrensel tek bir dilin ulusları birbiriyle bütünleştireceğine ve hatta tüm bireysel çekişmelere, tüm kavgalara ve tartışmalara bir son vereceğine inanmıştır. Tıngır, dilinin dünya çapında, tüm uluslar tarafından sevgi ve direniş olmadan kabul edileceğini hayal etmiştir. Hedefinde, yıkılmayacak bir Babil Kulesi inşa etmek vardır.

Böyle bir hayat felsefesi benimsemesinde, Tıngır’ın yaşadığı kimi olaylar da etkili görülmektedir. Tıngır, 3 Eylül 1799'da Konstantinopolis'te doğmuş, 21 Ekim 1811 yılında Ermeni Katolik Mekhitarist İlahiyat Fakültesi’nde rahiplik için eğitim almak üzere Viyana'ya gönderilmiştir. Bedros'a 7 Eylül 1813'de dini bir sembol taşıyan Karapet ismi verilmiştir. On dokuz yaşında bir rahip olarak görevlendirilen Karapet, Konstantinopolis'e dönmüş, ancak 1827-1830'da başkent Ermeni Ortodoks Patrikhanesi tarafından kışkırtılan Ermeni Katoliklerine yönelik zulüm sırasında şehirden gönderilmiştir (Russell, 2012, s.3). Tıngır, ilk önce Bükreş'e gitmiş, 8 Ocak 1828'de Viyana'daki manastırına dönmüş, buradan hem Ermeni Katolikliği hem de kendisine verilen Karapet ismini reddederek ayrılmıştır. Yolculukları onu son olarak İzmir'e taşımıştır. Fikrimce, dinler ve diller üstü, barış ve sevgi taşıyacak bir dil icat etme motivasyonunun altında, yaşadığı zorlu mücadeleler yatmaktadır.

Tıngır, icat ettiği yeni dili, çeşitli dillerin çeşitli seslerinden, özellikle Sanskritçe'den oluşturmuş, çeşitli karakterlerin parçalarından oluşan bir amalgam yaratmıştır. Herhangi bir ulus tarafından kabul edilip kullanılmadığından Şehleray, bir dil olarak adlandırılamamıştır. Tıngır, icat ettiği dil için bir gramer kitabı ve sözlük hazırlamıştır. Oluşturduğu alfabeyi temel aldığı bir müzikal notalama sistemi dahi geliştirmiştir (Russell, 2012, s.3).

Eğitiminin bir kısmını Viyana’da, bir kısmını da İstanbul’da tamamlayan Tıngır, şair olmasının yanı sıra bir dilbilimci olarak da kabul edilebilir. Kendisi, yeni oluşturduğu Şehleray dilinde şiirler yazmış, gelen ziyaretçilerine bu dilin Fransızca tercümesinden şiirler okumuştur. Fakat kendisi dışında Şehleray dilini anlayabilen, o dilden eserleri okuyabilen biri olamamıştır maalesef. Elbette elimize ulaşan eserleriyle, özellikle de yazdığı gramer kitabı ve sözlük vasıtası ile dilin analizi ve bu dil üzerinden yazılan şiirlerin analizi mümkündür.

Tıngır, Buca’daki evinin girişine, kendi tasarladığı dili kullanarak ‘’Ayzeradant’’ yani ‘’Bilgelik Tapınağı’’ yazmıştır (Russell, 2012, s.4). Evinde dilbilimi üzerine çokça kitap içeren bir kütüphanesi bulunmaktadır. Ünlü yazar William Saroyan, Bedros Tıngır’ın yakın arkadaşlarındandır. Bedros Tıngır’ın yaşadığı yer bugün, Tıngırtepe olarak adlandırılmaktadır; lakin orada yaşayan halkın Bedros Tıngır hakkında bir bilgisi olmamakla birlikte, Şehleray dili hakkında da fikirleri bulunmamaktadır.

Bugün, Bedros Tıngır’ın evini görmek mümkün değildir; Tıngır’ın evinin bulunduğu yerin üzerinde Mevlana Celaleddin Rumi’nin devasa bir heykeli bulunmaktadır. Şehrin hafızasının geri kazandırılması, Bedros Tıngır’ın çok önemli bulduğum dil felsefesinin görünür kılınması için Tıngır hakkında geniş kapsamlı araştırmalar başlatılmalı, çeviri faaliyetleri yapılmalıdır.

Gözde YILMAZ 

Kaynakça:

Russell, James (2012) "The Seh-lerai Language", Journal of Armenian Studies.

Harvard Library