Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi2
Bugün Toplam54
Toplam Ziyaret758271
Hanifi Yıldız

Fotograf
Köşektaş Köyü Facebook Sayfası

En belirgin özelliği, benzeyeni benzetilene, benzetileni benzeyene, neredeyse istisnasız, yakıştırmasıydı.

Bu özelliğini her zaman, her yerde kullanmaz, ancak yoğun istek olduğunda, kimseyi kırmazdı.

Hatılsız Dana”, “Kavurga Süpürgesi”, “Tandır Külbesi”, “Katran Sürahisi”, “Kara Evraaç”, “Fırtınada Kalmış Lalek”, "16 cm'lik Sünger Döşşek", "Dadâlı Deli Ahmet""Haşarı Eşşek Çulu", "Eli Değnekli Tilki", "Sarı Mavin Çiçeği", "Cöseveli"

yaptığı kimi benzetmelerdi, yaptığı benzetmelere kimse alınmazdı!

Bir başka özelliği de, bir kimsenin yüzüne karşı başka, gıyabında başka bir benzetme yapmasıydı.

Bilgi hazinesi genişti. Yaptığı çoğu benzetmelerde bir dağ, bir nehir, bir kuş ya da bir çiçek adı mutlaka bulunurdu. İri yarı yapılı bir kimseye, “Hasan Dağı’nın Kartalı”, Almanya’dan beklediği eşi için kırmızı renkli, sarı çiçekli bir giysi giymiş, sevinçten içi içine sığmayan, “Bana ne diyorsun, Hanifi Ağa?”, diye ısrarla soran bir kadına, hemen orada: “Zank Dağı’nın Nevruzu” benzetmesi yapmıştır!

(*) Hemen hemen her gördüğünde, “Beni kime, beni neye benzetiyorsun, Hanifi Ağa?, diye, günlerce ve ısrarla soran bir kadın için ise, uzun bir süre sessiz kalmıştır. Ta ki konu komşu, “Etme, gitme, Hanifi Ağa, şuna hoşnut olacağı bir benzetme yap da; sen de kurtul, o da kurtulsun, biz de kurtulalım!” diyene dek:

 “Sana ne diyeyim: “Topaklılı Mastisin!”

Topaklılı Masti: Topaklılı Hamdi Ağa’nın anasıdır. Masti, işiyle, gücüyle, pişirdiği leziz yemekleriyle, misafir ağırlama becerisiyle, çevre köy ve kasabalardaki tüm kadınların gıpta ettiği, imrendiği, özendiği, hatta, 1919 yılında yapılan “Sivas Kongresi” sonrasında, muhtemelen Hacıbektaş’a giderken, Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ü ve beraberindeki heyeti, oğlu Hamdi Ağa’nın Topaklı’daki konağında ağırlayan, onlara kendi elleriyle pişirdiği leziz yemeklerden ikram eden, kadındır!

Topaklılı Hamdi Ağa: Geniş toprakları olan, işlerinde çok sayıda insan çalıştıran, konağında çok sayıda insan barındıran, yörede sevilen, sayılan, sözü dinlenen, misafirperver kimse.

(*) Nakleden: Necati Güneş

kosektas.net, Köşektaş Köyü Bilgisunum Sayfası

Şiirlerle Şenlendik - 7. Bölüm

ŞİİRLERLE ŞENLENDİK - 7. BÖLÜM

"Şiirlerle Şenlendik" adlı yazı dizimizin 7. bölümünü
siz ziyaretçilerimize sunmanın kıvancını yaşıyoruz!
kosektas.net!

Şair Dr. Salim ÇELEBİ

28 Kasım 2014, Cuma

Şiirlerle Şenlendik, 7 - Şiirlerde Atatürk

Sınıflarımızda Atatürk’ümüzün resmi, ders kitaplarımızda da Atatürk’le ilgili şiirler vardı. Bizler, bambaşka bir Atatürk sevdalısı olarak yetiştirildik. Köy Enstitüsü mezunu öğretmenlerimiz vardı çünkü. Varlık nedenimizi ve Laik Cumhuriyeti, Atatürk’e borçluyduk. Hâlâ da borçluyuz. Bizim nesil Atatürk’ü ve Atatürk sevgisini öylesine içselleştirdi ki, hiçbir güç onu söküp atamaz, değiştiremez.

Mustafa Kemal ATATÜRK

Çizen: Musa Kâzım YALIM

İsmet İNÖNÜ

Çizen: İbrahim ÇALLI

 

İstanbul Eğitim Enstitüsünden hocam Behçet Necatigil’in (derslerime girmedi) “Resim” adlı şiiri sınıfımızın duvarını süsler, her gün okurduk.

RESİM

Her gün, 
Enginlerden engin 
Yücelerden yüce 
Bir duygu sarar bizi 
Bu sınıfa girince. 


Kürsünün üstünde bir resim: 
Gözleri denizlerden mavi, 
Bakışları güneşlerden sıcak 
Dört mevsim. 

Öğretmenimizin kürsüde 
Verdiği dersi, 
Dinler bizimle birlikte 
Atatürk'ün resmi. 

Hatice Altın isimli 14-15 yaşlarında bir öğrencinin, Atatürk’ün vefatından sonra yazmış olduğu "olmasaydı" adlı şiir, içimizden geçenleri dillendiriyordu. Gür sesimizle, içtenliğimizle ve gözyaşlarımızla okuyorduk her 10 Kasım anma etkinliklerinde. Yazan bir çocuktu ve en iyi çocuklar bilirdi; birbirlerinin duygu ve düşüncelerini. Bir çocuğun duygu ve düşüncesiyle, şayet Atatürk olmasaydı; beraberinde nelerin de olamayacağı haykırılıyordu pırıl pırıl duygularla.

OLMASAYDI

Güneşimiz doğmazdı
Atatürk olmasaydı;
Yurtta bahar olmazdı
Atatürk olmasaydı.

Çiçekler deremezdik
Sevince eremezdik;
Bugünü göremezdik
Atatürk olmasaydı.

Coşamaz taşamazdık
Dik yarlar aşamazdık;
Bugünü yaşamazdık
Atatürk olmasaydı.

Düşmana salamazdık
İntikam alamazdık;
Egemen kalamazdık
Atatürk olmasaydı.

Fabrika açamazdık
Geceden kaçamazdık;
Işıklar saçamazdık
Atatürk olmasaydı.

Kaybettik yazık, yazık,
Biz onu kalbe kazdık;
Teselli bulamazdık
İnönü olmasaydı.

Ulu Önderimiz vefat etmişti, acımız çok büyüktü. Tesellimiz, silah arkadaşı İnönü'nün, eşsiz kahramanımızın yerini almasıydı.

Akıl ve mantıktan yoksun bazı insanlar(!) Atatürk’ün “Diktatör” olduğunu bile söyleyebilme cesaretini gösteriyorlar! Dönemleri, kendi koşulları içerisinde değerlendirmek gerekir. 1920’li, 1930’lu, 1940’lı yıllar; Hitler, Mussoloni, Franco, Stalin… gibi diktatörlerin yaşadığı yıllar. Sormak gerekir: Halife olmayı reddeden, Cumhuriyeti kuran ve çok partili sisteme geçebilmek için fırsat kollayan bir lider; diktatör olabilir mi?

Ümmetten Millet, kuldan yurttaş yaratan dev bir projedir Cumhuriyet. Yönü batıdır, batı uygarlığı: Üreten, özgürce düşünen, örgütlenen, eşit bireylerin oluşturduğu bir toplum. Günümüzde Cumhuriyetin “Demokrasi” ayağının, yeterince geliştiğini söyleyebilmek mümkün değil. Fakat biliyor ve inanıyoruz ki, yurttaşlık bilinci arttıkça, taşlar yerine oturacaktır.



Yorumlar - Yorum Yaz
Yorumlar - Yorum Yaz
Köşektaş Hikayeleri

Köşektaş'ta altına bakmadık
taş bırakmadık!

Celalettin Ölgün

Yazıya yansıtılan hikayelerin eğlendirici niteliği yanında bir de bilgilendirici gücü olduğu herkesçe bilinen, tartışma kaldırmaz bir gerçektir. Aracı da, amacı da Köşektaş ve Köşektaşlılar olan Celalettin Ölgün hikayeleri, gerek yazım biçimiyle, gerek anlatım tarzıyla, gözlerimizi kendi öz benliğimize çevirmemizi, kendi kendimizle buluşmamızı sağlayan en kısa yoldur!

kosektas.net

Eski yıllarda davullu, zurnalı, köçekli, ince sazlı düğün yapmak herkesin altından kalkacağı iş değildi. Böyle düğünleri ancak varlıklılar yaparlardı. Elinde avucunda olmayanlar ise, kimisinin “cin düğünü”, kiminin de “ennecin” dediği, yalnız “tef” çalınıp, kadın ve kızların kendi aralarında oynadıkları, erkeklerin geriden seyrettikleri, düğünler yapardı.

Almancıların markları göndermeye başladığı yıllara değin Köşektaşlı hep böylesi düğünler yaptı. Varlıklı kişinin oğlunun düğünü de cin düğünüyle olacak değil ya. Onların düğünü, o yılların en gösterişli düğünü oldu. Boyunlarına kora denilen ziller, koşumlarına göz değmesin diye iri iri mavi boncuklar dikili atlar koşulmuş arabalarla, Köşektaş kütüğüne kayıtlı olmasına karşın Hacıbektaş’ta ikamet eden Davulcu Ferzi, Zurnacı Kulebi ustalarla birlikte Engel köyünden seçkin çalgıcılar getirtildi. Nereden bulunmuşsa, Acer Harman Yerine, belki de yatak yükleri altında saklanan, eski yörüklükten kalma çadırlar kuruldu. Davul, zurna, köçek eşliğinde Kelik Dervişin peşinde kadınlar kartala gittiler, Turnam oyunu eşliğinde, ev ev dolaşıp, tüm köy halkını düğüne davet ettiler. Üç gün boyunca dışarıda davul, zurna, odada saz, keman, Zeynelabidin cümbüşü ve dümbelek çaldı, çalgıların önünde köçek oğlan oynadı. Hatta Belbaraklı Lomen ile Yahya’nın Ali, kaşıktan yaptıkları kukla bile oynattılar. Anlatılanlara bakılırsa; o güne dek yapılan düğünlerin en görkemlisi oldu, gelin çıktı, düğün bitti.

O yıllarda varsıl, yoksul yaşantısı arasında fazla bir fark yoktu. Varsıl da yamalı şalvar giyer, eti; bayramdan bayrama, ya da herkes gibi koyun, kuzu hışırlarsa ya da deneleme sonucunda ölürse, yerlerdi. Kışın, odasında ocak ya da sobada tezek, kerme yakardı, belki de ısısı ve kokusu fazla olan koyun kermesi yakardı, yoksullardan farlı olarak.

Düğünü izleyen günlerin birinde; yeni gelin, dışarıya ahırdan çıkarılmış gübreyi yalın ayakla çiğneyip tezek harcı yapmaktadır. Her yanına ahır boku yapışmış, eli ve ayakları pislik içinde kalmış durumda; düğününde zurna çalmış, Fevzi usta, kim bilir ne amaçla oradan geçerken, özenle çaldığı zurnaya, verdiği emeğe acımış olmalı ki, geline bakıp dayanamamış:
“Ah! Senin için koygun koygun çaldığım zurnalar!”

Kerme:Tezek.
Zeynelabidin cümbüşü: Metal Tambur.
Koygun: Etkili, dokunaklı, içli.