Hastamın Öğretmeni
Ferihan Hanımı ziyarete gitmeden önce, öğretmeni Nahit Hanım hakkında neleri, sohbetin hangi aşamasında sorabileceğimi, tasarlayarak gidiyordum. Çok hassas davranmak zorundaydım. Sohbetimiz süresince Nahit Hanım konusu, genellikle, sorulan ve yanıt alınamayan birkaç cümleden ibaret kalıyordu. Samanlıkta iğne aramak gibi bir şey..
“Akşamları neler yapardınız okulda?”
“Yatılı okuduğunuz için siz de bilirsiniz: Yemek, etüt, yatakhane. Okulumuz yatılı olduğu için her gece bir hoca nöbetçi kalırdı. Benim yazım çok düzgündü. Nahit Hanım nöbetçi kaldığında, beni odasına çağırırdı; yazı yazardım: Anılar, makaleler, not defterleri…”
“Savaş yıllarıydı o yıllar. Kıtlık yılları… Araç ve gereçleriniz yeterli miydi?”
“Bu günkü kalitede olmasa da her şeyimiz vardı. Saman kağıtlı veya sarı yapraklı defterlerimiz, çabuk biten kurşun kalemlerimiz, yazısı çıkmayan sabit kalemlerimiz. İki öğrencinin oturduğu sıralarımız vardı. Sıraların gözleri kapaklı idi ve kapak öne doğru kaldırarak açılırdı. Derslerle ilgili araç gereçlerimiz hep sıranın gözünde bulunurdu. Başka yere götürmezdik. Sıra kapağımın iç kısmına, cebir öğretmenimiz Macide Hanımın resmini yapıştırmıştım. Ben, sınıfta arka taraftaki sıralarda otururdum. İletişim kurmak istediği zaman, Nahit Hanım öndeki öğretmen masasından bana bir pusula gönderirdi. Pusula elden ele dolaştığı için, bana gelene kadar ne yazdığını herkes okurdu. Bana karşı duyduğu ilgiyi, sınıftaki herkes biliyordu. Arkadaşlar, ‘Seninki geliyor, seninki gitmiş,’ derlerdi.”
“Yatakhanedeki arkadaşlardan biri hafta sonları evci çıkardı ve yatağı boş kalırdı. Eğer Hafta sonu nöbeti varsa, o yatakta Nahit Hanım yatardı.”
“Nahit Hanım benim şiir yazdığımı biliyordu. Şiir yazdığım defteri hep merak ettiğini hissediyordum.”
“İri yarı, dişlek, çirkin bir kız arkadaşımız vardı. Kendisini de ikna ederek adını ‘Venüs’ koymuştuk. Son ders bittikten sonra benim şiir defterini, arkadaşlarla birlikte Venüs’ün sıra gözüne saklardık. Sabah geldiğimizde Nahit Hanımın şiir defterini bulup bulamadığını kontrol ederdik. Bulamadıysa, ‘Seninki yine bulamamış’ derlerdi. Yine, defteri sakladığım bir günün sabahı sınıfa gelip sıra kapağımı açtığımda, sıra gözümün arandığını gördüm. Hatta kapakta yapıştırılmış olarak bulunan Macide Hanımın resmi kapaktan çıkarılmış ve en üstteki kitabın üzerine koyulmuştu. Nahit Hanım beni Macide Hanımdan sanırım kıskanmıştı. Defter saklama işi öğrenci şımarıklığından başka bir şey değildi. Oysaki Nahit Hanım defteri istese, götürüp kendisine verirdim.”
“Yaz tatilinde Çapada mı kalıyordunuz?”
“Hayır. Ailem Zonguldak’ta olduğu için, Yazın tatilde Zonguldak’a giderdim. 10. Sınıftan 11. Sınıfa (son sınıf) geçtiğim yıl yazın, Zonguldak’ta evdeyim, dış kapının zili çaldı birden. Açmak için gittiğimde şoke oldum: Öğretmenim Nahit Hanım karşımda duruyordu. Yemek yedik evde ailemle birlikte. Zonguldak’ı gezdirdim. Akşam da vapurla İstanbul’a geri döndü.”
“Bir öğretmeninizin, hem de savaş yıllarında, ta İstanbul’dan kalkıp Zonguldak’a gelmesini ve sizi gördükten sonra aynı gün İstanbul’a dönmesini nasıl değerlendirdiniz?”
“…”