Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi5
Bugün Toplam70
Toplam Ziyaret738733
Mutlu Yıllar

Sürekli anlaşmazlığın ve uyumsuzluğun nedenleri; kadınla erkek arasındaki dinsel ve yasal engeller ile toplumların arasındaki sınırlar ve kurallardır!
Adnan YALIM


Yeni yılda çocuklarınıza, bilgi yerine, özgün olanı; sporu, müziği, resim çizmeyi, kitap okumayı, yemek yapmayı, insanların birbirlerinden farklı olduklarını anlamalarını sağlamak için de, sanatı öğretin!

Çocuklarınıza ayrıca; sembol ve ritüeller yerine,

Değerleri; dil ve sanat, hukuk ve tarih, sorumluluk ve sorgulama, çevre ve iklim bilincini...

♠ Yaşamayı; kimseden emir almadan ve kimseye emir vermeden yaşamayı...

Benlik edinmeyi; "kul benlik" değil, "özerk benlik" edinmeyi...

Düşünmeyi; kimseden emir almadan, bağımsız düşünmeyi...

İnanmayı; safsatalara değil, başarıya inanmayı...

Başkalarına değer vermeyi...

Ekip çalışmasının önemini... 

...öğretin çocuklarınıza!

Çerçi


ÇERÇİ

 

Çeşitli konularda sürekli yazılar yazan ve yazdığı bu yazıları Milliyet'teki blogu aracılığıyla paylaşan öğretmenimiz Hüseyin Seyfi'ye çocuksu ve masum duygularımızı kabartan bu yazısı için çok teşekkür ediyoruz.

kosektas.net

Hüseyin Seyfi
 
Pazar, 04. Kasım 2012

Ağustos sıcaklarında ne zaman ufuktan kalkan bir toz bulutu görsem, çocukluğumdan bir kare yakalarım. Kamyon hatırlarım, üstü çadırlı bir kamyon. Bazen uzakta bir hortum, şemsiye gibi yerden açılıp göğe savrulan bir toz bulutu. Ya da şehirden bir yolcu elinde bavulu ile, arka arkaya üç eşekli pazardan dönen. Bir çeşme şırıltısı başında yolcu yemeği yenilen.

İnsan, yaşı ilerleyince çocukluğuna çok dönüyor.  Bir gün batımı, bir gölge, uzaktan kalkan toz bulutu, iki üç damla yağmur alır götürür beni çocukluk yıllarıma.Kuzu güderim, çiğdem toplarım, nevruz koyarım samanlı defter sayfalarımın aralarına.

Toz bulutunun mayası mı olur?

Mayanın aslı öz değil mi? Bazen toprak, bazen çamur veya buluttan inen birkaç damla yağmur.

Deniz kıyısında yetişenin mayası, yosun kokusu ve deniz değil mi?

Bozkır insanının mayası da, dere, dağ, kır çeşmesi, söğüt, kavak ve sarı dikenler.

Tarihini ve kanalını pek hatırlayamayacağım, televizyonda bir belgesel seyretmiştim. Konuğun biri Adnan Binyazar, diğeri Gregoryan gibi hatırımda kalmış. İkisi de Diyarbakırlı ve onlarla ilgili belgesel. Çocukluklarının geçtiği yerleri görüntüler eşliğinde anlatmışlardı. Programda şu sözleri işittiğimi hatırlıyorum  onlardan;

”İnsanın çocukluğunun geçtiği yer, onun mayasıdır. Maya yedi, dokuz yaşına kadar tutar. O zamana kadar insan, hangi yörede kalmışsa, o yörenin özelliklerini taşır. Bizler yetmişine geldik, ama maya burada.” demişlerdi.

Her insan çocukluğunu özler. Bu özlem bazılarında az, bazılarında çok.

Yaşlılarla görüşmemde de aynı izlenimi ediniyorum.  Süleyman amca, doksanın içine girmişti. Aklı başında, hafızası yerindeydi. Bir gün ziyaretine gittiğimde,

“Be yavrum, yastığa başımı koyduğumda, gözümün önüne çocukluğum geliyor, bir film şeridi gibi alıp beni gidiyor.  Bu film, yedi yaşımdan tutturdu, beri tarafa doğru, yaşadığım son yıllara geliyor. Kuzu güttüklerim, döven sürdüklerim, değirmenlerde un öğüttüklerim, kıtlık günleri, savaşlı yokluklar, daha neler, hiç atlamıyor görüntü. Kopukluk yok. Tıpkı ikinci yaşam gibi. Belki  film bittiği an, arkasından ömür de bitecek.” dedi.

Bir başka yaşlı,

“Yaşlılık mı? Hiçbir anlamı yok. Emsallerin gitmiş, tek başına, anılarınla baş başa” diye yakınınca,

”Seni en çok etkileyen anın? " diye sordum .

“Anım mı?“ dedi. “Bir çerçiden aldığım bir avuç kırık leblebi ve üç keçi boynuzu” .

Nedenini sorduğumda,

“Ne zaman leblebi kokusu alsam, o günlere, çocukluğuma dönüyorum, nedenini bilemem o zamanın kıtlığından, yokluğundan  ve kıymetinden bir avuç kırık leblebinin” diye yanıtladı.

İşte, bir avuç leblebi ile üç kırık keçiboynuzu ve  birkaç damla yaz yağmuru alıp  götürüyor.

Hüseyin Seyfi


Çerçi: Eskiden, köy köy, mahalle mahalle dolaşarak, çerez türü yiyecekleri, tuhafiye türü eşyaları para ya da değiş tokuş karşılığı satan gezgin esnaf.



Yorumlar - Yorum Yaz
Din ve Bilim


Din ve Bilim
Doç. Dr. Şafak Nagajima

Biz insanlar, -bugünkü bilgilerimize göre- diğer canlılardan farklı olarak derin bir düşünme, yansıtma yeteneğine ve öz bilince sahibiz. Bu özelliklerimiz bizi, kendimize, çevremize, yaşama dair karmaşık sorular sormaya ve anlam arayışına iter. Kimimiz cevapları dini inançlar ve öğretilerde ararken, kimimiz de bilimin bistürisiyle yara yara, bilinmezin derinliklerine ulaşmaya çalışır.
Peki bu iki yaklaşımın arasındaki temel farklar nedir?
Dinler, bir inanç sistemi temelinde şekillenir ve yaşamın anlamını yaratıcı bir güç veya ilahi bir amaca bağlarlar. Kutsal metinler, ritüeller ve gelenekler aracılığıyla bu anlamı sunarlar.  Din, genellikle şüpheye yer bırakmayacak mutlak bir doğruyu hedefler ve o doğruya inanmayı amaçlar.
Bilim ise şüphecilik ve sorgulamaya dayanır. Gerçeği gözlem ve deneye dayalı objektif ve kanıtlanabilir bir yöntemle arar. Bilim insanlarının amacı, evreni ve insan yaşamını mantıklı ve deneylere dayalı açıklamalarla anlamaktır.
Dinler, genellikle değişmeyen ve sınanamayan bir inanca dayanır. Yanlışlanamaz veya test edilemezler. Örneğin, yaratılış konusu, evrenin nasıl yaratıldığına dair kesin bir inanç içerir.
Bilim ise yanlışlanabilirlik ilkesine dayanır. Bilimsel iddialar test edilebilir ve sınanabilir. Bilimsel bir açıklama veya teorinin yanlış olduğu deney veya gözlemle kanıtlanabilir.  Örneğin, yerçekimi teorisi belirli deneylerle sınanabilir ve yanlışlanabilir.
Dinler, genellikle doğaüstü bir varlık veya güç tarafından yönlendirildiğine inanılan bir anlamı öne çıkarır. İnsanların yaşamları, ilahi bir plana göre şekillenir. Evrenin kökeni, yaşamın amacı ve ölüm sonrası yaşam gibi metafizik soruları yanıtlamaya çalışırlar.
Bilim, doğaüstü açıklamalara dayanmaz ve kanıtı olmayan iddialarda bulunmaz. Kanıtı olmayan bir iddia zaten bilimsel değildir. Evrenin işleyişini doğa yasalarını kullanarak anlamaya çalışır. Bilim insanları, temel metafizik soruları yanıtlamak yerine gözlem ve deneylere dayalı olarak ölçülebilir ve anlaşılabilir gerçekleri anlamaya çalışırlar.
Dinler, genellikle kişisel inanç ve deneyimle ilişkilendirilirler. Her insan dinini kişisel bir biçimde yaşar ve yaşamın anlamını kendine özgü bir şekilde deneyimler.
Bilim ise evrensel ve nesnel bir perspektifi vurgular. Her yerde geçerli olabilecek bilgilere ve anlamlara ulaşma amacını taşır. Bilimsel bilgi, kişisel inançlardan bağımsızdır ve genellikle genel kabul gören gerçeklere dayanır.
Özetle, yaşamın anlamını dinlerde bulmakla bilimde aramak arasındaki temel fark, inanç ve şüphecilik, doğaüstü ve doğal, mutlaklık ve test edilebilirlik/yanlışlanabilirlik, kişisel ve evrensel gibi unsurları içerir. Bu iki yaklaşımın farklılıkları, insanların yaşamı yorumlama biçimlerini önemli ölçüde etkiler. Her iki yaklaşım da insanlar için farklı anlam ve tatmin kaynakları olabilir.

Doç. Dr. Şafak Nakajima