Ağustos sıcaklarında ne zaman ufuktan kalkan bir toz bulutu görsem, çocukluğumdan bir kare yakalarım. Kamyon hatırlarım, üstü çadırlı bir kamyon. Bazen uzakta bir hortum, şemsiye gibi yerden açılıp göğe savrulan bir toz bulutu. Ya da şehirden bir yolcu elinde bavulu ile, arka arkaya üç eşekli pazardan dönen. Bir çeşme şırıltısı başında yolcu yemeği yenilen.
İnsan, yaşı ilerleyince çocukluğuna çok dönüyor. Bir gün batımı, bir gölge, uzaktan kalkan toz bulutu, iki üç damla yağmur alır götürür beni çocukluk yıllarıma.Kuzu güderim, çiğdem toplarım, nevruz koyarım samanlı defter sayfalarımın aralarına.
Toz bulutunun mayası mı olur?
Mayanın aslı öz değil mi? Bazen toprak, bazen çamur veya buluttan inen birkaç damla yağmur.
Deniz kıyısında yetişenin mayası, yosun kokusu ve deniz değil mi?
Bozkır insanının mayası da, dere, dağ, kır çeşmesi, söğüt, kavak ve sarı dikenler.
Tarihini ve kanalını pek hatırlayamayacağım, televizyonda bir belgesel seyretmiştim. Konuğun biri Adnan Binyazar, diğeri Gregoryan gibi hatırımda kalmış. İkisi de Diyarbakırlı ve onlarla ilgili belgesel. Çocukluklarının geçtiği yerleri görüntüler eşliğinde anlatmışlardı. Programda şu sözleri işittiğimi hatırlıyorum onlardan;
”İnsanın çocukluğunun geçtiği yer, onun mayasıdır. Maya yedi, dokuz yaşına kadar tutar. O zamana kadar insan, hangi yörede kalmışsa, o yörenin özelliklerini taşır. Bizler yetmişine geldik, ama maya burada.” demişlerdi.
Her insan çocukluğunu özler. Bu özlem bazılarında az, bazılarında çok.
Yaşlılarla görüşmemde de aynı izlenimi ediniyorum. Süleyman amca, doksanın içine girmişti. Aklı başında, hafızası yerindeydi. Bir gün ziyaretine gittiğimde,
“Be yavrum, yastığa başımı koyduğumda, gözümün önüne çocukluğum geliyor, bir film şeridi gibi alıp beni gidiyor. Bu film, yedi yaşımdan tutturdu, beri tarafa doğru, yaşadığım son yıllara geliyor. Kuzu güttüklerim, döven sürdüklerim, değirmenlerde un öğüttüklerim, kıtlık günleri, savaşlı yokluklar, daha neler, hiç atlamıyor görüntü. Kopukluk yok. Tıpkı ikinci yaşam gibi. Belki film bittiği an, arkasından ömür de bitecek.” dedi.
Bir başka yaşlı,
“Yaşlılık mı? Hiçbir anlamı yok. Emsallerin gitmiş, tek başına, anılarınla baş başa” diye yakınınca,
”Seni en çok etkileyen anın? " diye sordum .
“Anım mı?“ dedi. “Bir çerçiden aldığım bir avuç kırık leblebi ve üç keçi boynuzu” .
Nedenini sorduğumda,
“Ne zaman leblebi kokusu alsam, o günlere, çocukluğuma dönüyorum, nedenini bilemem o zamanın kıtlığından, yokluğundan ve kıymetinden bir avuç kırık leblebinin” diye yanıtladı.
İşte, bir avuç leblebi ile üç kırık keçiboynuzu ve birkaç damla yaz yağmuru alıp götürüyor.
Çerçi: Eskiden, köy köy, mahalle mahalle dolaşarak, çerez türü yiyecekleri, tuhafiye türü eşyaları para ya da değiş tokuş karşılığı satan gezgin esnaf.