Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi2
Bugün Toplam89
Toplam Ziyaret743322
Refah ve Özgürlük

Yeterli beslenmeyi, barınmayı, nitelikli eğitimi imkânsız kılan, borç ve faturaları ödeyememe korkusuyla insanın aklını başından alan gelir adaletsizliği ve yoksulluğun, sağlığı, mutluluğu mahvettiğine dair araştırmaların sayısı giderek artıyor.

Yoksulluk beraberinde, artan hastalanma, sakat kalma ve erken ölüm riskini getirirken, kaliteli tedavilerden yararlanma şansını azaltıyor.

Yoksullukla birlikte eğitim düzeyi düşüyor, şiddet düzeyi yükseliyor.

Çocuklar için yoksulluğun uzun vadeli zihinsel sağlık etkileri daha da endişe verici.
Ailelerinin yoksulluk nedeniyle yaşadığı yoğun gerginlik ve travmaya maruz kalmaları, çocukların beyin gelişimini, hatta genlerini kalıcı olarak etkileyen zararlı stres hormonlarını tetikliyor.
Yalnızca fiziksel gelişimlerini değil, zekâ ve öğrenme kapasitelerini de sınırlandırıyor.
Çocuk gelişimine verdiği zarar o denli büyük ki, artık yoksulluğun erken dönem etkileri bir çocukluk hastalığı olarak tanımlanıyor.

Applied Research in Quality of Life’ dergisinde yayınlanan bir araştırmaya göre, ekonomik ve siyasi özgürlükle mutluluk arasında güçlü bağlar var.

Araştırıcılar özgürlüğü, ‘seçme imkânı’, mutluluğu ise ‘yaşamın öznel keyfi’ olarak tanımlıyor ve şöyle diyorlar:
“Siyasi özgürlük arayışının nedenlerinden biri, özgürleşmenin daha fazla sayıda insanın mutluluğuna katkıda bulunacağı inancıdır. Bu inancın arkasındaki teori ise yaşamımızı istediğimiz biçimde yönlendirdiğimizde, daha doyurucu yaşamanın mümkün olmasıdır.”

Bu saptamalara katılmamak mümkün mü!

Mutluluk, ekonomik ve siyasi özgürlükten beslenir; sağlığımızın düzeyini belirler...

Yoksulluk yalnızca parasızlık değil, kişinin insan olarak kendi potansiyelini gerçekleştirme imkânına da sahip olmaması demektir.

Ve insanların büyük çoğunluğu, yeterli kaynaklara sahip olup özgür seçimler yapabildikleri sürece, kendi mutluluklarını tasarlama yeteneğine sahiptirler.

Dr. Şafak Nakajima

Köşektaş Hikayeleri

 

KÖŞEKTAŞ HİKAYELERİ

 Bizim "John Steinbeck"imiz; Bizim "Victor Hugo"muz, Bizim "Oscar Wild"ımız
Celalettin Ölgün, Köşektaş’ta altına bakmadık taş bırakmamış, Köşektaş ve insanına ait ne varsa, yazıya yansıtarak, günışığına çıkarmıştır! Celalettin Ölgün, halen Manisa’nın Turgutlu ilçesinde yaşamakta ve gönüllü olarak; öğretici, tanıtıcı,  sosyal ve kültürel etkinlikler düzenleyen Turgutlu Kamp ve İzcilik Derneği’nin başkanlığını yürütmektedir. Mükür ve Hikayeleri adlı bu güzel çalışması için kendisine çok teşekkür ediyor, yürüttüğü faaliyetlerde başarılar diliyoruz! kosektas.net
CELALETTİN ÖLGÜN

14 Mart 2014, Cuma

Asıl adı, Mükremin idi ama insanlar bu kadar teltik, uzun adı söyleyemediklerinden, Mükür adıyla anarlardı. Gerçek adını belki kendi bile  unutmuştu. Soğan yemez, evinde bulundurmaz, yiyenin yanında bile durmaz, derlerdi. En çok da soğanlı şakalarla karşılaşırdı. Eli uzdu, bozulan kapı “Firek”lerini, anahtarlarını ilkel bir biçimde onarırdı. Turhan yayarken yağın olmaması üzerine: “Ya ayranı olduracağım ya da basa basa dolduracağım!” dediği bugün bile anlatılmaktadır. Derler ki; en büyük arzusu, Kayseri’yi bir kez olsun görmekti, ama göremeden öldü.

Mükür'ün anlattığı olaylar aslında biraz abartılıdır. Abartmasının nedeni de anlatımı güçlendirmek içindir.

Köyümüzde Mükür ile ilgili çok öykü anlatılır, tesel getirilir. İşte bunlardan bazıları.

BİLEK - Konak, yukarı mahallenin ortak köy odasıydı. Uzun kış geceleri nasıl geçecek? Bazen eskilerden, geçmişten anlatılarak...

O gece, Mükür, Cebiç lakaplı ustanın, ustalığını övüyormuş, “Bir gün Bali tepesinde oturuyordum. Cebiç Mustafa, Körçeşme’nin oralarda bir ev yaptırıyordu. Çekicin taştan sıyırttığı kıymak kulağımın yanından vınlayarak geçmişti." diye anlatınca; oda cemaatinden Hüsnü (Uçar) de, “Dayı, sakın o taş Sarılar’dan gelmiş olmasın?” diye alaya almaya çalışınca, “Sus ulan işte, adamda bilek vardı, bilek!” diye azarlamış.

DUVARIN DENGESİ - Bir defasında kışın yağmur suyu inmesi sonucunda yıkılan bir duvarı incelerken el kadar bir “helik taşını” gösterip; “İşte, bu helik kaydığından duvarın dengesi bozulup çökmüş.” diyerek duvarın yıkılma nedenini çözmüştü.  

TİLKİ - Mükür, uzun yıllar bağ bekçiliği yapmıştı. Kendine ait bir “Paa”sı kaynağını kendisinin bulduğu bir de pınarı vardı.

Bağ bekçiliği yaptığı zamanlarda, kendi anlatmasına göre, nasıl yapmışsa, sağ bir tilki yakalayıp, bağırta bağırta yüzüp, postunu çıkarmış, o durumda bırakmış. Çırıl çıplak olmuş o tilki, yuvada bekleyen yavrularını “copur copur” emzirmiş.

Kimilerinin aktardığına göre; yüzülmüş tilki, bırakıldıktan sonra, pınardan lıkır lıkır su içmiş.

         

      

TER - Mükür’ ün diz ağrılarıyla başı derttedir. Sarılar’daki bacısını görmeye gittiği bir zaman; onu sıcak kuma gömmüşler. “Bacım, kum o kadar  sıcak, o kadar sıcaktı ki, benden bir ter boşandı, bir ter boşandı, kumun içinden ark yaptı da akıp gitti.

Abartılmazsa olmaz!

SAL - Mükür’ün eli uzdu, ancak ağırdı. Komşusu Bali, ekinleri biçmiş sap çekecek. Sal kurmayı bilmiyor, beceremiyor. Dengeli, düzgün sal kurmak herkesin işi değil. Salı kurması için Mükür’den rica etmiş. Belki de ücret karşılığı ya da karşılığında bir iş yapacak. Salı kurmaya başlamış ama eli ağır, işi sağlamcı olduğundan iş çok yavaş yürüyormuş. Bali’nin, “Şunu şuraya bağla, bunu şuraya vidalayalım, şu ağaç şuranın,” diye işe karışması üzerine; “Defol, şurdan, madem yapmayı biliyordun beni niye çağırdın?”

TÜFEK - Mükür’le Bılkı'nın Halil bağ bekçisidir. Kendi tüfekleri ile Büngülgöz’de hem yarış olsun hem de akşama pişirilecek et çıkması amacıyla sığırcık sürüsüne ateş etmişler. Mükür’ün atışı boşa gitmiş. O yıllarda ondan genç ve bekçilikte daha  deneyimsiz olan Halil’in bir atışta dokuz kuş birden vurması da Mükür’ün zoruna gitmiş.

Akşam üstü yemek hazırlığı için kuşlar temizlenirken Halil yerde yatan tüfeğe basıp geçmiş.  Bu durumu gören Mükür, kıldığı namazı  bozup kalkarak:

“Sen ne yapıyon? Tüfeğin üstüne basılıp geçilirse kırk gün av vurmaz!” diyerek   Halil’in ensesine tokatı yapıştırmış. Bu hikaye Mehmet Akdemir’den derlenmiştir.

Teltik: Söylenmesi anımsanması zor, az bilinen ad.
Mükür: Mükremin Taşkıran ölümü: 1981.
Firek: Kapı kilidi, Firenk (Fransız) Kiliti.
Cebiç: Samcak Ali Ağa, Abdülgani Yılmaz’ ın babaları.
Balitepesi: Köyün doğusunda, köye iki km’ ye yakın uzaklıkta bir tepe. 

  
59 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
Sosyal İzolasyon


Susan Sontag
Amerikalı deneme ve roman yazarı, insan hakları savunucusu

20. yüzyılın en etkili entelektüellerinden ve kültür eleştirmenlerinden olan Susan Sontag, sanat, kültür ve insan deneyimine dair keskin bakış açılarıyla tanınıyordu.

Belagat ve yalnızlık ilişkisine dair düşüncesi, dil anlayışının bireyin iç dünyasıyla olan bağlantısıyla alakalı olduğu yönündeydi.

Sontag, iyi konuşma, düşünceleri açık ve ikna edici bir şekilde ifade etme yeteneğinin, doğuştan gelen bir yeti olmadığına, izolasyonun bir sonucu olduğuna inanıyordu.

Toplumsal yaşamın egemen olduğu bir toplumda -ister ailelerde, ister gruplarda ya da toplumsal ortamlarda olsun- insanlar genellikle daha basit ifade biçimlerine başvuruyordu.

Sontag'a göre bir kimse ancak yalnız kaldığında ve kalabalıktan uzak olduğunda belagati geliştirebilirdi, çünkü bu izolasyon anlarında birey düşünceleriyle derinlemesine yüzleşebilir ve bunları açık bir şekilde ifade edebilirdi.

Sontag'ın dil hakkındaki fikirleri, kişisel kimlik, toplumsal yapılar ve insan durumunun kesişim noktalarını sıklıkla inceleyen daha geniş çalışmalarından şekillendi.

Birçok yazısında, fotografçılık, film ve edebiyat üzerine yazdığı çığır açıcı denemelerde olduğu gibi, izolasyonun yaratıcılık ve bireysellik üzerindeki etkisini araştırdı.

Sontag için belagat, statükoyu sorgulamaktan korkmayan gelişmiş, içe dönük bir zihnin işaretiydi. Bahsettiği "acı verici bireysellik", yalnız olmanın varoluşsal maliyetine işaret ediyordu, ancak aynı zamanda sağladığı yaratıcı özgürlüğe de.

Yalnızlık yoluyla, toplumsal beklentiler veya normlar tarafından şekillendirilmeyen, ancak bireyin kendi iç iletişiminden doğan daha otantik bir kendini ifade etme biçimi deneyimlenebilirdi.

Yalnızlık, sanat ve dil üzerine düşünceleri nesiller boyu düşünür ve sanatçıları etkilemeye devam etti.

Sontag'ın "kelimelerle düşünmenin" yalnızlıktan türemiş bir zihinsel izlenim olduğu iddiası, yaratıcılığın ve iletişimin doğasına dair önemli bir içgörü sunar.

Giderek daha fazla birbirine bağlı hale gelen, grup düşüncesinin ve kolektif deneyimlerin sıklıkla hakim olduğu bir dünyada, Sontag'ın fikirleri bize bireysel düşüncenin gücünü ve yalnızlığın dönüştürücü potansiyelini hatırlatıyor.

Çalışmaları, özellikle gürültü ve dikkat dağıtıcı uğraşlarla dolu bir dünyada, kendi seslerini duymaya çalışanlar için bugün de yankı bulmaya devam ediyor.


Kaynak: Classic Literature