Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi3
Bugün Toplam49
Toplam Ziyaret735114
Pirahã Halkı ve Dili
Daniel Everett, Pirahã kabilesi'ne dair özellikleri anlatıyor,
videodaki konuşma ve alt yazı İngilizcedir!

Manchester Üniversitesi dilbilim profesörü Daniel Everett Amazonlarda Maici nehri kıyısında yaşayan Pirahã halkının dilini 1977’den beri  inceliyor. Everett, Pirahaların arasında toplam yedi yıl geçirdi, buna karşın bulgularını yayınlamaya bugüne kadar cesaret edemiyordu. Çünkü bulgular, büyük popülaritesi olan doğuştanlık kuramına ters düşüyordu; nitekim genelce diye kabul edilen ve bütün dünya dillerinde olduğu varsayılan bazı dil(bilgi)sel özellikler Pirahãda yer almıyordu; dolayısıyla çağımızın en ünlü dilbilimcisi N. Chomsky ve  S. Pinker için bile bu bulgular dilbilim tartışmalarının odağını oluşturuyor.

Pirahãların en önemli özelliği tutumluluk: Yalnızca üç adıl kullanıyorlar; zaman  anlatan sözcükler bulunmuyor; eylemlerde geçmiş zaman yok. Renkleri somut olarak anlatmak da bu dil için önemsiz. Fakat en şaşırtıcı nokta, yantümce olmaması. Pirahãlar “İşimi bitirince sana gelirim” gibi bir tümcenin yerine “İşimi bitiririm, sana gelirim” der.

Everett “herkes”, “tümü/bütünü”, “daha çok” gibi sayı sözcüklerini de köylülerden hiç duymadığını söylüyor.  Everett “bir”e yakın anlamı olan “hói” diye bir sayı sıfatı duyduğunu, ancak bu sıfatın aynı zamanda “küçük” ya da “daha az” anlamına geldiğini belirtiyor (Örneğin “büyük bir balık” yerine “iki küçük balık”). Pirahãlar işlerini parmak hesabıyla yürütüyorlar.

Columbia Üniversitesi’nden ruhdilbilimci P. Gordon “Science” dergisinde yayınlanan çalışmasında güvercinler ya da şempanzeler sayılardan ne kadar anlıyorsa, Pirahãların da o kadar anladığını, “sayı kavramı” olmayınca sayıları ayırt etmenin de olanaksız olduğunu  söylüyor.

Everett Pirahãlara birden ona kadar saymayı öğretmek için sekiz ay uğraşmış, ancak öğretememiş. Everett bunun Pirahãların aptal olduğu anlamına gelmediğini, zekalarının  önlisans düzeyindeki bir kişinin zekasından daha düşük olmadığını belirtiyor.

Everett bütün bu olağandışı durumları şöyle açıklıyor: Dil, kültür aracılığıyla dünyaya gelir. Pirahãların kültürü ise “şimdi ve burada  yaşamak”  biçiminde özetlenebilir. Sadece doğrudan doğruya yaşananlar anlatılmaya değer bulunuyor. Bütün olaylar konuşma anına bağlıdır. Bu yaşam biçimi soyutlamayı ve geçmişle karmaşık bağlantılar kurmayı engelliyor, böylece dili sınırlıyor.

Pirahãların çocuklara ad verme yöntemi de ilginç: Çocuğa, herhangi bir yönüyle benzediği bir kabile üyesinin adı veriliyor. Bugün ve şimdi önemi olmayan şey unutuluyor. Örneğin çoğu kişi dede ve nenelerinin adını anımsamıyor.

Evrensel dilbildisinin özünü sesbilgisinin mi, biçimbilgisinin mi ya da başka bir dilbilgisel ulamın mı oluşturduğu konusu tartışmalı olsa da, dilbilimin duayeni 77 yaşındaki Chomsky’nin tartışmasız kabul ettiği bir şey var: bir yapının kendi kendisinin bir parçası olarak yinelenmesi (Rekursion). Chomky’ye göre yineleme olmadan ne matematik, ne bilgisayar ne de felsefe olurdu. İlke olarak, yineleme olmasaydı yantümce kurmak da olanaksız olurdu. Pinker buna dayanarak diyor ki: Pirahãda yantümce yok ise; yineleme, insan dilinin kendine özgülüğünün kaynağı ve nedeni, hatta evrensel dilbilgisinin bir öğesi de olamaz. Bu görüş, Chomsky’nin çürütülmesi anlamına gelir.

Bu bulgular, sözcüklerin düşünceyi belirlediğini savunan B. Whorf’u yeniden gündeme oturtmuştur.

Bugün itibarıyla hiç kimse Everett’in bulgularını doğrulayacak ya da çürütecek durumda değil. Çünkü onun gibi iyi Pirahã bilen yok. Buna karşın Chomsky’nin de çevresinden olmak üzere birçok araştırmacı bu yıl Maici’ye gidip Everett’in bulgularını/savlarını yerinde inceleyecek

(Rafaela von Bredow’un Der Spiegel’deki  haberinden aktaran: Prof. Dr. Tahir Balcı; 17. sayı, 24.4.06, s. 150-152).

Türkiye'de bilim anlayışı ve dilbilim

Popper, insanı insan yapan, adına “dil” dediğimiz çok yönlü ve karmaşık mekanizmanın niteliğini ve günlük yaşamdaki işlevliliğini, kendi bünyesindeki dilbilgisi, sesbilgisi, sözdizimi, anlamlılık (semantik) yapılarıyla, somut ve şeffaf matematik - fizik işlemleri gibi, bir yandan saat gibi tık tık çalışan düzenli bir sisteme, öte yandan, algılanması güç soyut ve bulanık kara bulutlara benzetiyordu. Başlığı “Dil, bir saat ve karabulutdur” şeklinde olan konferansını, “Tüm fizik ve matematikçiler dilbilimci olma özlemindedir. Her dilbilimci de fizikçi veya matematikçi olma özlemindedir” (!) sözüyle konuşmasını bitiriyordu.

Evrensel bilim, “karabulutları” asırlardır anlamaya ve açıklamaya çalışıyor. Günümüzde, Sylviane Herpin, insanın yazılı-sözlü iletişiminde oluşan kara bulutların dokuz renk tonu arasındaki farklılıkları

1. Düşündüğünüz,

2. Söylemek istediğiniz,

3. Söylediğinizi sandığınız,

4. Söylediğiniz,

5. Karşınızdakinin duymak istediği,

6. Duyduğu,

7. Anlamak istediği,

8. Anladığını sandığı,

9. Anladığı,

şeklinde belirleyerek, yanlış anlamak ve anlaşılmak için en azından dokuz ihtimal bulunduğunu ileri sürüyor.

Yazılı-sözlü iletişimin bünyesinde böylesine tuzakları barındırması, bir yandan dilbilimin ne kadar önemli bir bilim alanı olduğunu ortaya koyuyor, öte yandan ülkemizde dilbilimin bir bilim alanı olarak zaman içinde nasıl algılandığının, diğer bilim alanları arasında bilim anlayışımız çerçevesinde hangi konuma yerleştirildiğinin enine boyuna irdelenmesini zorunlu kılıyor.

Geçmişe bakarsak, 1966 yılına ait Türk Dili Araştırmaları Yıllığı’nda Amerikalı dilbilimci Robert B. Lees’in (“Turkish Harmony and the Phonological Description of Assimilation”) adı altında İngilizce olarak yayımlanan bir makalesinin önsözünde derginin yazı kurulu tarafından bu makaleyi Türkçeye çevirip yayımlayamadıklarından ötürü okuyuculardan özür dileyen şöyle bir yorum yapılmaktadır:

“Bu yazının sahibi Prof. Robert Lees, 1961 yılında Amerika’daki Indiana Üniversitesi’nin Ural ve Altay Dilleri yayın serisinde “The Phonology of Modern Standard Turkish” (Çağdaş Türk Dili Sesbilimi) adlı 76 sayfalık bir kitap yayınlamıştır. Bu defa da bize, ricamız üzerine “Turkish Harmony and the Phonological Description of Assimilation” başlığını taşıyan değerli bir yazı göndermiştir. Yepyeni bir dilbilim dalı olan fonolojinin terimleri bizde henüz işlenmemiş olduğu için, yıllığımıza bunun Türkçeye çevirisini koyamadık, ancak İngilizce aslı ile yetinmek zorunda kaldık. Bundan ötürü İngilizce bilmeyen okurlarımızdan özür dileriz.” (s. 279-297)

Böylesine talihsiz bir önsöz, Cumhuriyet ile birlikte dil çalışmalarının yoğunlaşmasına ve hatta Dil Devrimi’nin gerçekleşmesine rağmen, o yıllardan itibaren makalenin yayımlanmış olduğu 1966 yılına kadar ülkemizde dilbilimin bir bilim alanı olarak yeterince tanınmadığını ve “bilim” anlayışımızda, özellikle sosyal ve beşeri bilimler alanında, daha da önemlisi Türk dili ve kültürü incelemelerinde, gereğince uygulama alanını bulamadığını açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Şöyle ki :

Her şeyden önce, fonoloji (sesbilim), dilbilimin yepyeni bir dalı değildir. İnsan dilinin yazı ile ifade edilmesinden itibaren dilin “ses düzeni” ile ilgilenen bu bilim alanındaki ilk adımların ta eski Hindistan’da M.Ö 460-520 yıllarında yaşamış Sanskrit dil uzmanı Panini’nin Sanskritçe Fonolojisi adlı eseriyle atıldığı söylenir. Sesbilimin asırlar boyunca gelişme gösterdiği de bilinir. 19. yüzyılda Polonyalı Baudouin de Courtenay, İsviçreli Ferdinand de Saussure gibi dilbilimcilerin çalışmalarıyla sesbilim “Genel ve Kuramsal Dilbilim”in vazgeçilmez bir dalı haline gelmiştir. 20. yüzyılda Prag Ekolü’nün öncülerinden Nikolai Trubetzkoy’un 1939’da yayımlanan Principles of Phonology (Fonolojinin Temel İlkeleri) adlı ünlü eseri ile ve yine bu ekolün önemli dilbilimcisi Roman Jacobson’ın araştırmaları ile birlikte, 1940’lı yıllarda ve 1950’li yılların başında Amerika’da dilbilimci Bloomfield, İngiltere’de Daniel Jones adlarıyla anılan sesbilim ekolleri doğmuştur. Nihayet 1960’lı yıllarda, o zamana kadar “yapısalcılık” (structuralism) ve daha sonraki yıllarda “işlevsellik”(functionalism) yöntemleriyle ele alınan dilbilim çalışmaları Amerikalı dilbilimci ve matematikçi Noam Chomsky ve Morris Halle’ın ortaya attıkları “üretici sesbilimi” modeli sesbilim incelemelerine yeni boyutlar getirmiştir.

Bu bağlamda, yukarıda sözü edilen Amerikalı dilbilimci Robert B. Lees’in The Phonology of Modern Standard Turkish (Çağdaş Türk Dili Sesbilimi) adlı kitabı ve “Turkish Harmony and the Phonological Description of Assimilation” (Türkçe’de Ses Uyumu ve Ses Kaynaşmasının Sesbilgisel Betimlemesi) makalesi “üretici sesbilim” modelinin Türk dili ses düzenine uygulanmasıdır. Diğer taraftan, daha da önemli olarak, “üretici sesbilimi” modelinin uygulandığı gibi insan dilinin “sözdizimi” ve “dilbilgisi” alanlarına da “dönüşümsel-üretici dilbilgisi” (Transformational Generative Grammar) modelinin uygulanmasıyla insanoğlunun tüm dillerinin ortak ve evrensel yapıları olduğunu iddia eden “evrensel dilbilgisi” (universal grammar) adlı kuram ortaya çıkmıştır.

Bu da sadece dilbilim alanında değil aynı zamanda genel olarak bilim anlayışında, fen, sosyal ve insani bilim alanlarında adeta bir devrim yaratmıştır. Nitekim,“yapay zekâ” (artificial intelligence) çalışmaları ve bugün günlük hayatımızın kaçınılmaz bir parçası olan bilgisayar ve “bilişim” (information technology) faaliyetleri için bu devrimin çağımızdaki uzantılarıdır diyebiliriz.

Robert B. Lees’in makalesinin yayınlanmış olduğu 1966 yılından 21 yıl sonra, Türk dili ile ilgili üstün çalışmalarıyla tanınan değerli dilbilimci merhum Prof. Dr. Doğan Aksan’ın 1987 yılında Hacettepe Üniversitesi tarafından Türkiye’de ilk defa düzenlenen 1. Dilbilim Sempozyumun’dan önce Milliyet Gazetesinde yayımlanan makalesinde yer verdiği şu ilginç sözlerinin bu çerçevede altını çizmemiz gerekiyor: “Aşağı yukarı iki yüzyıldan beri Batılılaşma çabası içindeyiz. Eğitim -öğretim aşamasında milyonlarca genç nüfusu bulunan, dış dünya ile ilişkilerini sürekli olarak artırmaya çalışan yurdumuzda, ileri ülkelerde yerini çoktan edinmiş, dalbudak salmış olan dilbilimin yeterince tanındığını, uygulama alanını bulabildiğini söyleyebilecek durumda değiliz. Anadili eğitimi ve yabancı dil öğretimi alanlarını içeren uygulamalı dilbilimden başlayarak bütün dil ve edebiyat incelemelerine, iletişim sorunlarına, oradan reklamcılığa kadar uzanan çağdaş dilbilim bugünkü niteliğini ancak XX. yüzyılda kazanmıştır, birçoklarınca yeni bir bilim sayılır. Ancak filoloji ve felsefe çalışmalarıyla tarihin çok eski dönemlerine uzanan bir temel üzerine yerleşen bu alan bugün öylesine önem kazanmıştır ki, XX. yüzyılı ‘dilbilim çağı’ olarak niteleyenler vardır. Öte yandan ünlü dilcimiz Şemsettin Sami’nin daha 1887’de yayımladığı “Lisan” adlı kitabıyla bu bilimi tanıttığını, önemini vurguladığını da göz önünde tutmalıyız.”

Prof. Dr. Doğan Aksan’ın yukarıda sözünü ettiğimiz makaleyi yazmasından 25 sene sonra bugün, Türkiye’de akademik çevrelerde dilbilim çalışmalarının hız kazandığını, bu alanda önemli bilimsel yayın, yüksek lisans ve doktora araştırma tezlerinin yapıldığını ve ilgili diğer akademik faaliyetlerin gerçekleştiğini ve değerli dilbilimcilerin yetiştiğini görüyoruz. 1980’lerde Berker Vardar’ın, 1990’larda Ahmet Kocaman’ın dilbilim ve dilbilgisi kavram ve terimleri ile ilgili olarak hazırladıkları sözlükler önemli çalışmalardır. Aynı zamanda, bugün YÖK tarafından “sosyal, beşeri ve iİdari bilimler temel alanı” çerçevesinde “dilbilim” adı altında belirlenmiş bir anabilim alanı da bulunmaktadır.

Geleneksel olarak “dilbilim”, yukarıda da belirtildiği üzere, “kuramsal dilbilim” ve “genel dilbilim” başlıkları altında, insanoğlunun sahip olduğu “dil” mekanizmasını kuramsal düzeyde tek bir dile bağlı olmaksızın insan dilinin yapısal ve işlevsel özelliklerini değişik dillerden örnekler vererek inceler. Başka bir deyişle, dil betimlemesini içeren “genel dilbilim” ve dil kuramını irdeleyen “kuramsal dilbilim” genel olarak belli bir dile indirgenilmeden, ama kuramları doğrulayabilmek için çeşitli dillerden de tanımlama örnekleri verilerek, dil-kültür, dil-düşünce, dil-toplum, dil-edebiyat, dil-iletişim, söz-eylem, dil- öğrenim ve edinim ilişkileri çerçevesinde “insan dili”nin evrensel niteliğini, işlevliliğini, kavramsal ve yapısal niteliklerini, bunların “dil yapısı”nın (sözdizimi, ses düzeni, anlamlılık yapısı, dil bilgisi yapılarının) özellikleri doğrultusunda ne olup olmadığını displinlerarası bilim yöntemleriyle çeşitli kuramlar oluşturarak araştırıp tanımlamaya çalışır.

Bugün iki devlet üniversitemizde (Ankara Üniversitesi DTCF ve 9 Eylül Üniversitesi) lisans düzeyinde “Genel Dilbilim” bölümü mevcuttur. Mersin ve Hacettepe üniversitelerinde de “İngiliz Dilbilimi” adı altında lisans programları bulunmaktadır. Hacettepe, Ankara, Mersin, Boğaziçi ve 9 Eylül üniversitelerinde yüksek lisans ve sıraladığımız diğer üniversitelerde de (Mersin ve Hacettepe dışında) doktora programları yürütülmektedir.

Ancak ne var ki, tüm bu olumlu gelişmelere rağmen, ülkemizde “dilbilim”in bir anabilim alanı olarak gereğince algılandığını, yeterince tanındığını ve dolayısıyla doğru bir şekilde uygulandığını henüz söyleyebilecek durumda değiliz. “Dilbilim”, bugün ülkemizde algılanıp uygulanmasının aksine, İngilizce-Fransızca-Almanca-Türkçe dilbilimi, dil eğitimi, çeviribilim, mütercim-tercümanlık, Batı dilleri ve edebiyatı gibi tek bir dil ve kültür alanı ile sınırlı bir bilim alanı değildir.

Tüm dünya üniversitelerinin bilimsel araştırma ve eğitim faaliyetlerinde “dilbilim” bir temel alan bilimi olarak Doğan Aksan’ın seneler önce belirttiği gibi öylesine dalbudak sarmıştır ki, toplumdilbilim (sociolinguistics), ruhdilbilim (psycholinguistics), uygulamalı dilbilim (applied linguistics), sesbilgisi ve sesbilim (phonetics and phonology), antropolojik dilbilim (antropological linguistics), dil kullanım bilimi (söz-eylem çözümlemesi, söylem çözümlemesi) (pragmatics), anlam bilim (Semantics), dil felsefesi (linguistic philosophy), edebi dilbilim (literary linguistics), dilbilim tarihi (historical linguistics), nörodilbilim (neurolinguistics), bilgisayar dilbilim (computational linguistics), bilişim (information technology) ve hatta dilbilim mühendisliği (linguistic engineering) gibi alan-dalları oluşmuştur.

Görülüyor ki, “dilbilim”, tıp, hatta mühendislik alanlarına kadar dal budak sarmış olmasının yanı sıra, tüm Sosyal ve İnsan Bilimlerinin temelini oluşturmaktadır. Ancak, ne yazık ki, bugün yukarıda sözünü etmiş olduğumuz dilbilim dallarının YÖK tarafından belirlenmemiş olması, dilbilimin ülkemizde gereğiyle tanınıp gelişememesine ve uygulama alanında özellikle sosyoloji, siyaset bilimi, hukuk, işletme, basın-yayın, iletişim bilimleri, edebiyat, felsefe, psikoloji, antropoloji gibi diğer akademik alanların bünyesinde veya yanında yerini bulamamasına neden olmaktadır.

Sonuç olarak, bilinmektedir ki, insan dili, insanoğlunun tüm sosyal, kültürel, psikolojik ve iletişim gereksinimlerine yanıt verir. Bu bağlamda, “dilbilim” insanoğlunun niteliğini ve onun içinde yaşamış olduğu toplumu tanımak bakımından hiçbir akademik kuruluşun vazgeçemeyeceği temel bir bilim alanıdır.

Bu nedenle, ülkemizde YÖK ve TÜBİTAK nezdinde ve üniversitelerimizde dilbilim anlayışının gereğiyle algılanarak uygulama alanlarını geliştirmek Türk bilim düşüncesinin çağdaş bir temel üzerine oturması açısından büyük önem taşımaktadır.

Prof. Dr. Sinan Bayraktaroğlu

  
2399 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
Şehleray Dili

Bedros Tıngır'ın Evrensel Dili Şehleray
The Seh-lerai Language

Şair Bedros Tıngır'ın dünya barışına hizmet etmesi için tasarladığı, icat ettiği ve kurallarını, gramerini oluşturduğu Şehleray dilinin hazin hikâyesi...

Şair Bedros Tıngır’ı (Petros Tıngıryan) ve tasarladığı Şehleray dilini pek bilen yoktur. Kendisi 19. Yüzyılda 40 yıl boyunca İzmir Buca’da yaşamış ve 1881 yılında Buca’da ölmüş Ermeni bir şairdir. Dokuz dile (Ermenice, Yunanca, Latince, Arapça, Farsça, İtalyanca, İngilizce, Fransızca, Sanskritçe) hâkim olan Tıngır, 1865 yılında burada, uluslararası olarak kullanılabilecek Şehleray dilini icat etmiştir. Bu dil Tıngır’a göre, bütün ülkeler arasında barışı ve sevgiyi teşvik edecek, dinler üstü, diller üstü, uluslar üstü kimlikli bir dil olacaktır. Tıngır, çeşitli dinlere ve dillere bölünmeye maruz kalmadan evrensel tek bir dilin ulusları birbiriyle bütünleştireceğine ve hatta tüm bireysel çekişmelere, tüm kavgalara ve tartışmalara bir son vereceğine inanmıştır. Tıngır, dilinin dünya çapında, tüm uluslar tarafından sevgi ve direniş olmadan kabul edileceğini hayal etmiştir. Hedefinde, yıkılmayacak bir Babil Kulesi inşa etmek vardır.

Böyle bir hayat felsefesi benimsemesinde, Tıngır’ın yaşadığı kimi olaylar da etkili görülmektedir. Tıngır, 3 Eylül 1799'da Konstantinopolis'te doğmuş, 21 Ekim 1811 yılında Ermeni Katolik Mekhitarist İlahiyat Fakültesi’nde rahiplik için eğitim almak üzere Viyana'ya gönderilmiştir. Bedros'a 7 Eylül 1813'de dini bir sembol taşıyan Karapet ismi verilmiştir. On dokuz yaşında bir rahip olarak görevlendirilen Karapet, Konstantinopolis'e dönmüş, ancak 1827-1830'da başkent Ermeni Ortodoks Patrikhanesi tarafından kışkırtılan Ermeni Katoliklerine yönelik zulüm sırasında şehirden gönderilmiştir (Russell, 2012, s.3). Tıngır, ilk önce Bükreş'e gitmiş, 8 Ocak 1828'de Viyana'daki manastırına dönmüş, buradan hem Ermeni Katolikliği hem de kendisine verilen Karapet ismini reddederek ayrılmıştır. Yolculukları onu son olarak İzmir'e taşımıştır. Fikrimce, dinler ve diller üstü, barış ve sevgi taşıyacak bir dil icat etme motivasyonunun altında, yaşadığı zorlu mücadeleler yatmaktadır.

Tıngır, icat ettiği yeni dili, çeşitli dillerin çeşitli seslerinden, özellikle Sanskritçe'den oluşturmuş, çeşitli karakterlerin parçalarından oluşan bir amalgam yaratmıştır. Herhangi bir ulus tarafından kabul edilip kullanılmadığından Şehleray, bir dil olarak adlandırılamamıştır. Tıngır, icat ettiği dil için bir gramer kitabı ve sözlük hazırlamıştır. Oluşturduğu alfabeyi temel aldığı bir müzikal notalama sistemi dahi geliştirmiştir (Russell, 2012, s.3).

Eğitiminin bir kısmını Viyana’da, bir kısmını da İstanbul’da tamamlayan Tıngır, şair olmasının yanı sıra bir dilbilimci olarak da kabul edilebilir. Kendisi, yeni oluşturduğu Şehleray dilinde şiirler yazmış, gelen ziyaretçilerine bu dilin Fransızca tercümesinden şiirler okumuştur. Fakat kendisi dışında Şehleray dilini anlayabilen, o dilden eserleri okuyabilen biri olamamıştır maalesef. Elbette elimize ulaşan eserleriyle, özellikle de yazdığı gramer kitabı ve sözlük vasıtası ile dilin analizi ve bu dil üzerinden yazılan şiirlerin analizi mümkündür.

Tıngır, Buca’daki evinin girişine, kendi tasarladığı dili kullanarak ‘’Ayzeradant’’ yani ‘’Bilgelik Tapınağı’’ yazmıştır (Russell, 2012, s.4). Evinde dilbilimi üzerine çokça kitap içeren bir kütüphanesi bulunmaktadır. Ünlü yazar William Saroyan, Bedros Tıngır’ın yakın arkadaşlarındandır. Bedros Tıngır’ın yaşadığı yer bugün, Tıngırtepe olarak adlandırılmaktadır; lakin orada yaşayan halkın Bedros Tıngır hakkında bir bilgisi olmamakla birlikte, Şehleray dili hakkında da fikirleri bulunmamaktadır.

Bugün, Bedros Tıngır’ın evini görmek mümkün değildir; Tıngır’ın evinin bulunduğu yerin üzerinde Mevlana Celaleddin Rumi’nin devasa bir heykeli bulunmaktadır. Şehrin hafızasının geri kazandırılması, Bedros Tıngır’ın çok önemli bulduğum dil felsefesinin görünür kılınması için Tıngır hakkında geniş kapsamlı araştırmalar başlatılmalı, çeviri faaliyetleri yapılmalıdır.

Gözde YILMAZ 

Kaynakça:

Russell, James (2012) "The Seh-lerai Language", Journal of Armenian Studies.

Harvard Library