Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi3
Bugün Toplam49
Toplam Ziyaret735114
Pirahã Halkı ve Dili
Daniel Everett, Pirahã kabilesi'ne dair özellikleri anlatıyor,
videodaki konuşma ve alt yazı İngilizcedir!

Manchester Üniversitesi dilbilim profesörü Daniel Everett Amazonlarda Maici nehri kıyısında yaşayan Pirahã halkının dilini 1977’den beri  inceliyor. Everett, Pirahaların arasında toplam yedi yıl geçirdi, buna karşın bulgularını yayınlamaya bugüne kadar cesaret edemiyordu. Çünkü bulgular, büyük popülaritesi olan doğuştanlık kuramına ters düşüyordu; nitekim genelce diye kabul edilen ve bütün dünya dillerinde olduğu varsayılan bazı dil(bilgi)sel özellikler Pirahãda yer almıyordu; dolayısıyla çağımızın en ünlü dilbilimcisi N. Chomsky ve  S. Pinker için bile bu bulgular dilbilim tartışmalarının odağını oluşturuyor.

Pirahãların en önemli özelliği tutumluluk: Yalnızca üç adıl kullanıyorlar; zaman  anlatan sözcükler bulunmuyor; eylemlerde geçmiş zaman yok. Renkleri somut olarak anlatmak da bu dil için önemsiz. Fakat en şaşırtıcı nokta, yantümce olmaması. Pirahãlar “İşimi bitirince sana gelirim” gibi bir tümcenin yerine “İşimi bitiririm, sana gelirim” der.

Everett “herkes”, “tümü/bütünü”, “daha çok” gibi sayı sözcüklerini de köylülerden hiç duymadığını söylüyor.  Everett “bir”e yakın anlamı olan “hói” diye bir sayı sıfatı duyduğunu, ancak bu sıfatın aynı zamanda “küçük” ya da “daha az” anlamına geldiğini belirtiyor (Örneğin “büyük bir balık” yerine “iki küçük balık”). Pirahãlar işlerini parmak hesabıyla yürütüyorlar.

Columbia Üniversitesi’nden ruhdilbilimci P. Gordon “Science” dergisinde yayınlanan çalışmasında güvercinler ya da şempanzeler sayılardan ne kadar anlıyorsa, Pirahãların da o kadar anladığını, “sayı kavramı” olmayınca sayıları ayırt etmenin de olanaksız olduğunu  söylüyor.

Everett Pirahãlara birden ona kadar saymayı öğretmek için sekiz ay uğraşmış, ancak öğretememiş. Everett bunun Pirahãların aptal olduğu anlamına gelmediğini, zekalarının  önlisans düzeyindeki bir kişinin zekasından daha düşük olmadığını belirtiyor.

Everett bütün bu olağandışı durumları şöyle açıklıyor: Dil, kültür aracılığıyla dünyaya gelir. Pirahãların kültürü ise “şimdi ve burada  yaşamak”  biçiminde özetlenebilir. Sadece doğrudan doğruya yaşananlar anlatılmaya değer bulunuyor. Bütün olaylar konuşma anına bağlıdır. Bu yaşam biçimi soyutlamayı ve geçmişle karmaşık bağlantılar kurmayı engelliyor, böylece dili sınırlıyor.

Pirahãların çocuklara ad verme yöntemi de ilginç: Çocuğa, herhangi bir yönüyle benzediği bir kabile üyesinin adı veriliyor. Bugün ve şimdi önemi olmayan şey unutuluyor. Örneğin çoğu kişi dede ve nenelerinin adını anımsamıyor.

Evrensel dilbildisinin özünü sesbilgisinin mi, biçimbilgisinin mi ya da başka bir dilbilgisel ulamın mı oluşturduğu konusu tartışmalı olsa da, dilbilimin duayeni 77 yaşındaki Chomsky’nin tartışmasız kabul ettiği bir şey var: bir yapının kendi kendisinin bir parçası olarak yinelenmesi (Rekursion). Chomky’ye göre yineleme olmadan ne matematik, ne bilgisayar ne de felsefe olurdu. İlke olarak, yineleme olmasaydı yantümce kurmak da olanaksız olurdu. Pinker buna dayanarak diyor ki: Pirahãda yantümce yok ise; yineleme, insan dilinin kendine özgülüğünün kaynağı ve nedeni, hatta evrensel dilbilgisinin bir öğesi de olamaz. Bu görüş, Chomsky’nin çürütülmesi anlamına gelir.

Bu bulgular, sözcüklerin düşünceyi belirlediğini savunan B. Whorf’u yeniden gündeme oturtmuştur.

Bugün itibarıyla hiç kimse Everett’in bulgularını doğrulayacak ya da çürütecek durumda değil. Çünkü onun gibi iyi Pirahã bilen yok. Buna karşın Chomsky’nin de çevresinden olmak üzere birçok araştırmacı bu yıl Maici’ye gidip Everett’in bulgularını/savlarını yerinde inceleyecek

(Rafaela von Bredow’un Der Spiegel’deki  haberinden aktaran: Prof. Dr. Tahir Balcı; 17. sayı, 24.4.06, s. 150-152).

Köşektaş Hikayeleri - Sakal-ı Şerif

Yazdıklarıyla kosektas.net'te gündem ve güncellik yaratan Celalettin Ölgün'e teşekkürler sunarız! kosektas.net


Birinci Dünya Savaşı’nda, 1915 yılı  Aralık ayı  zemheri soğuğunda,  yazlık giysilerle, Sarıkamış’ta dağ ardında mevzilendirilerek, Oltu’dan Allahüekber Dağları’na sürülen doksan bin asker, Ruslara bir kurşun bile sıkamadan, önce bitlenir, sonra da soğuktan donup ölür. Bunun üzerine Ruslar, karşılarında hiçbir askeri güç kalmadığından, Erzurum, Erzincan, Gümüşhane, Bayburt, Rize ve Sivas yakınlarını kolayca işgal ederler. Hem Ruslar, hem onların desteklediği Ermenilerin kıyım ve öldürmeleri nedeniyle, bu bölgelerde yaşayan tüm Türkler, evlerini, yurtlarını terk etmek zorunda kalırlar. Bunlardan çoğu İç Anadolu Bölgesi’ne doğru göç ederek, ulaşabildikleri köylere geçici olarak yerleşirler.

Köşektaş’a da Erzincan’ın Kemah köylerinden, başlarında Güdük Osman adında birinin olduğu, beş ailelik bir grup gelip iki yıldan fazla kalır. Bu beş ailelik grubun yanında, şişe içinde getirdiği “Sakal-ı Şerif” vardır. “Sakal-ı Şerif”, Köşektaş’a gelir gelmez camiye emanet edilir, dini günlerde ziyarete açılarak herkesin öpmesi sağlanır.

Rus işgali biter bitmez Kemahlılar köylerine geri dönmek için yola çıkarlar ama heyecandan “Sakal-ı Şerif’i” unutmuşlardır. Yarı yolda anımsayıp alınması için iki genç geri gönderilir. Köşektaş’a birkaç gün sonra gelen bildik delikanlılar emanetlerini istemektedirler. Köylünün kimisi, verilmesinden yana değildir, “Üç yıl konakladıklarına saysınlar!” demekte, kimisi verilmesinden yanadır. Uzun tartışmalar sonunda Peygamberin sakalı olduğu varsayılan kıl makasla ikiye bölünmüş, parçanın biri gelenlere verilip gönderilerek, her iki taraf da hoşnut edilmiş.

Karşı düşünceleri ile bilinen Koca İdris; “Ne Peygamber sakalı?  Kemahlılar ta Arabistan’daki peygamberin sakalından bir kılı nasıl elde edecekler, olsa olsa Güdük Osman’nın sakalıdır!” dermiş. 

Köşektaş camisindeki Sakal-ı Şerif’in var oluş öyküsü bu.

Sakal-ı Şerif: Peygamber sakalı.


  
1543 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
Şehleray Dili

Bedros Tıngır'ın Evrensel Dili Şehleray
The Seh-lerai Language

Şair Bedros Tıngır'ın dünya barışına hizmet etmesi için tasarladığı, icat ettiği ve kurallarını, gramerini oluşturduğu Şehleray dilinin hazin hikâyesi...

Şair Bedros Tıngır’ı (Petros Tıngıryan) ve tasarladığı Şehleray dilini pek bilen yoktur. Kendisi 19. Yüzyılda 40 yıl boyunca İzmir Buca’da yaşamış ve 1881 yılında Buca’da ölmüş Ermeni bir şairdir. Dokuz dile (Ermenice, Yunanca, Latince, Arapça, Farsça, İtalyanca, İngilizce, Fransızca, Sanskritçe) hâkim olan Tıngır, 1865 yılında burada, uluslararası olarak kullanılabilecek Şehleray dilini icat etmiştir. Bu dil Tıngır’a göre, bütün ülkeler arasında barışı ve sevgiyi teşvik edecek, dinler üstü, diller üstü, uluslar üstü kimlikli bir dil olacaktır. Tıngır, çeşitli dinlere ve dillere bölünmeye maruz kalmadan evrensel tek bir dilin ulusları birbiriyle bütünleştireceğine ve hatta tüm bireysel çekişmelere, tüm kavgalara ve tartışmalara bir son vereceğine inanmıştır. Tıngır, dilinin dünya çapında, tüm uluslar tarafından sevgi ve direniş olmadan kabul edileceğini hayal etmiştir. Hedefinde, yıkılmayacak bir Babil Kulesi inşa etmek vardır.

Böyle bir hayat felsefesi benimsemesinde, Tıngır’ın yaşadığı kimi olaylar da etkili görülmektedir. Tıngır, 3 Eylül 1799'da Konstantinopolis'te doğmuş, 21 Ekim 1811 yılında Ermeni Katolik Mekhitarist İlahiyat Fakültesi’nde rahiplik için eğitim almak üzere Viyana'ya gönderilmiştir. Bedros'a 7 Eylül 1813'de dini bir sembol taşıyan Karapet ismi verilmiştir. On dokuz yaşında bir rahip olarak görevlendirilen Karapet, Konstantinopolis'e dönmüş, ancak 1827-1830'da başkent Ermeni Ortodoks Patrikhanesi tarafından kışkırtılan Ermeni Katoliklerine yönelik zulüm sırasında şehirden gönderilmiştir (Russell, 2012, s.3). Tıngır, ilk önce Bükreş'e gitmiş, 8 Ocak 1828'de Viyana'daki manastırına dönmüş, buradan hem Ermeni Katolikliği hem de kendisine verilen Karapet ismini reddederek ayrılmıştır. Yolculukları onu son olarak İzmir'e taşımıştır. Fikrimce, dinler ve diller üstü, barış ve sevgi taşıyacak bir dil icat etme motivasyonunun altında, yaşadığı zorlu mücadeleler yatmaktadır.

Tıngır, icat ettiği yeni dili, çeşitli dillerin çeşitli seslerinden, özellikle Sanskritçe'den oluşturmuş, çeşitli karakterlerin parçalarından oluşan bir amalgam yaratmıştır. Herhangi bir ulus tarafından kabul edilip kullanılmadığından Şehleray, bir dil olarak adlandırılamamıştır. Tıngır, icat ettiği dil için bir gramer kitabı ve sözlük hazırlamıştır. Oluşturduğu alfabeyi temel aldığı bir müzikal notalama sistemi dahi geliştirmiştir (Russell, 2012, s.3).

Eğitiminin bir kısmını Viyana’da, bir kısmını da İstanbul’da tamamlayan Tıngır, şair olmasının yanı sıra bir dilbilimci olarak da kabul edilebilir. Kendisi, yeni oluşturduğu Şehleray dilinde şiirler yazmış, gelen ziyaretçilerine bu dilin Fransızca tercümesinden şiirler okumuştur. Fakat kendisi dışında Şehleray dilini anlayabilen, o dilden eserleri okuyabilen biri olamamıştır maalesef. Elbette elimize ulaşan eserleriyle, özellikle de yazdığı gramer kitabı ve sözlük vasıtası ile dilin analizi ve bu dil üzerinden yazılan şiirlerin analizi mümkündür.

Tıngır, Buca’daki evinin girişine, kendi tasarladığı dili kullanarak ‘’Ayzeradant’’ yani ‘’Bilgelik Tapınağı’’ yazmıştır (Russell, 2012, s.4). Evinde dilbilimi üzerine çokça kitap içeren bir kütüphanesi bulunmaktadır. Ünlü yazar William Saroyan, Bedros Tıngır’ın yakın arkadaşlarındandır. Bedros Tıngır’ın yaşadığı yer bugün, Tıngırtepe olarak adlandırılmaktadır; lakin orada yaşayan halkın Bedros Tıngır hakkında bir bilgisi olmamakla birlikte, Şehleray dili hakkında da fikirleri bulunmamaktadır.

Bugün, Bedros Tıngır’ın evini görmek mümkün değildir; Tıngır’ın evinin bulunduğu yerin üzerinde Mevlana Celaleddin Rumi’nin devasa bir heykeli bulunmaktadır. Şehrin hafızasının geri kazandırılması, Bedros Tıngır’ın çok önemli bulduğum dil felsefesinin görünür kılınması için Tıngır hakkında geniş kapsamlı araştırmalar başlatılmalı, çeviri faaliyetleri yapılmalıdır.

Gözde YILMAZ 

Kaynakça:

Russell, James (2012) "The Seh-lerai Language", Journal of Armenian Studies.

Harvard Library