Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi6
Bugün Toplam156
Toplam Ziyaret738819
Mutlu Yıllar

Sürekli anlaşmazlığın ve uyumsuzluğun nedenleri; kadınla erkek arasındaki dinsel ve yasal engeller ile toplumların arasındaki sınırlar ve kurallardır!
Adnan YALIM


Yeni yılda çocuklarınıza, bilgi yerine, özgün olanı; sporu, müziği, resim çizmeyi, kitap okumayı, yemek yapmayı, insanların birbirlerinden farklı olduklarını anlamalarını sağlamak için de, sanatı öğretin!

Ayrıca; sembol ve ritüeller yerine,

Değerleri; dil ve sanat, hukuk ve tarih, sorumluluk ve sorgulama, çevre ve iklim bilincini...

♠ Yaşamayı; kimseden emir almadan ve kimseye emir vermeden yaşamayı...

Benlik edinmeyi; "kul benlik" değil, "özerk benlik" edinmeyi...

Düşünmeyi; kimseden emir almadan, bağımsız düşünmeyi...

İnanmayı; safsatalara değil, başarıya inanmayı...

Başkalarına değer vermeyi...

Ekip çalışmasının önemini... 

...öğretin çocuklarınıza!

KÖŞEKTAŞ’TA DÖRT MEVSİM

 I - ÇOCUKTAN AL HABERİ 

 Dr. Salim ÇELEBİ


Bir başkadır benim köyüm:

Daha bir yeşildir çimeni, kırmızı renk, kırmızılığını kırlarındaki gelinciklerden alır; papatyalar, “işte sarı ve beyaz renk, bu.” dedirtir seyredene!

Sevgili Cengiz Şen’in büyük bir ustalıkla çektiği ve köşektaşımızın bilgi sunum sitesinde yayınlanan eşsiz resimleri zevkle ve hasretle izliyoruz.

Ya 50 yıl önceki köyümüz?

Bütün bir yıl su akardı Öz’den, kavak ve söğütlerin hemen altından: Bir iki yerde göllenirdi akan su ve yazları orada çimerdik arkadaşlarımızla, hem de her gün.

Çayırlıktı Özdeki dere, atlar örklenirdi ot ve çimenleri yayılsın diye.Yazları da romanlar gelir ve çadır kurarlardı.

“Cingan” denirdi bizim yörede Romanlara ve köyümüzün bakır kaplarını onlar kalaylardı: Çocukken merakla seyrederdik; körükle yakılan ateşin erittiği kalayla, bakır kapların ışıl ışıl beyaza boyanmasını.

Özgürlüklerine düşkün olduklarından mıdır nedir, hep ilgimi çekmiştir Romanlar! Leyleklerin yuvası vardı, Kör Çeşmenin hemen altında bulunan Osman Amcanın evinin önündeki söğütte. Öğle sıcağında gölgesinde otururdu yaşlılar.

Kör Çeşmenin her iki oluğundan da akardı su: Biri gürül gürül öteki biraz daha az. Haftlarında atlar sulanırdı ıslık çalınarak...

Tek oluğu vardı orta çeşmenin.

Ben, 7-8 yaşlarında iken bir ara sapsarı akmaya başlamıştı suyu. Babalarımız, su yolunu yukarı doğru kazdılar. Çeşmenin kaynağı, Hüseyin Amcaların (Bılhıların Hüseyin. Küçük Gelinin eşi) evinin önündeydi. Çevredeki “Basma”ların (Kışın yakılacak kermeleri yapmak için, büyükbaş hayvan dışkılarının biriktirildiği açık alan ) suyu kirlettiği tespit edildi ve gerekli önlemler alındı.

Bardaktan boşanırcasına yağardı yağmur ve Öz’den, sel nedeniyle zor geçilirdi karşıdan karşıya. Ben, Büyük Derenin taştığını bile gördüm gözlerimle! Ne akılsa, arkadaşlarımızla seyretmeye gitmiştik seli! Kontrolsüz ve delice akardı bulanık su.

Erozyonla taşınırdı toprak çok uzaklara, bilemediğimiz uzaklara.

Harap değildi o zamanlar karşıdaki ve Kızıltepedeki bağlar.

İki tane değirmeni vardı ve “hak” alırdı değirmenci: Öğüttüğü buğdayın kilesi başına un alırdı yani.

Bazen zor çalışırdı değirmen: Çapı 1-1,5 metre kadar olan bir daireye (Değirmenin bir parçası ) urgan sarılır ve 7-8 kişi urganın boşta kalan ucunu çekip döndürerek çalıştırmaya çabalarlardı.

Sığırları ve koyunları gütmesi için çoban tutulurdu. Onlar da güttükleri hayvan başına hak alırlardı. Ayrıca, çobanların giyeceği kürk ve keçe alımı da köye aitti.

Sabah, güneş doğmadan götürülürdü sığır yayılacağı yerlere ve akşam dönerdi köye. Dönen sığırı mezarlığın yanında karşılar, eşeklere biner ve yarış yapardık aynı yaştaki arkadaşlarımızla.

Koyun sürüleri öğleyin gelirdi evlerimize, koyunların başlarını tutardı çocuklar; analarımız rahatça sütünü sağsın diye.

Tek tük keçi de vardı bazı evlerde. Bizim hiç olmadı. Daha belirgin olduğundan mıdır nedir, hayret ederdik süt dolu memelerini nasıl taşıdığına!

Çoban tutulmaz, kuzuları çocuklar güderdi; kuzuya benziyor olmalarından olsa gerek. Sabah erken götürülürdü yaylıma kuzular. Bohçalara yiyecek koyardı analarımız ve sararlardı belimize: Bel, en zayıf yeridir bedenin! Eğer soğuksa yiyecekler, elde taşınırdı çıkın.

Harman Yerinde, Derin Derede veya dağın eteklerinde otlatırdık kuzuları.

Doğa; çiğdem, çalık, papatya ve gelinciklerle kaplıydı; dostumuzdu doğa ve kardeş gibiydik güttüğümüz kuzularla.

Bir keresinde, Fedai (Çelebi) ile kuzuları Derin Dereye götürmüştük. Bizim için, o yaşlarda dimdik olarak algılanırdı derenin her iki yamacı.

Kuzular yayılıyor, biz de yukarıdan aşağıya doğru kayıyorduk derenin yamacından. Aşağıya kadar ilk kez kayıp da tekrar kaymak için yukarıya doğru çıkarken gözlerimize inanamadık! Tekrar denedik, doğruydu gördüklerimiz. Derenin karşı yamacına geçtik ve aynı şekilde kaydık yukarıdan aşağıya doğru ve orda da aynı şeyleri gördük: Derenin her iki yamacı da göbelek (Mantar) kaynıyordu.

Biz kayarken, toprak da hafifçe kaydığı için; üzerleri açılmıştı dere yamacındaki göbeleklerin!

Zehirli değildi göbelekler: Şapkasının altındaki renkten tanırdık, siyah değildi rengi. Önce çevremizdekilere sonra da köye haber saldık.

Akşam, o kadar lezzetliydi ki analarımızın pişirdiği göbelekli bulgur pilavının tadı!




0 Yorum - Yorum Yaz
Din ve Bilim


Din ve Bilim
Doç. Dr. Şafak Nagajima

Biz insanlar, -bugünkü bilgilerimize göre- diğer canlılardan farklı olarak derin bir düşünme, yansıtma yeteneğine ve öz bilince sahibiz. Bu özelliklerimiz bizi, kendimize, çevremize, yaşama dair karmaşık sorular sormaya ve anlam arayışına iter. Kimimiz cevapları dini inançlar ve öğretilerde ararken, kimimiz de bilimin bistürisiyle yara yara, bilinmezin derinliklerine ulaşmaya çalışır.
Peki bu iki yaklaşımın arasındaki temel farklar nedir?
Dinler, bir inanç sistemi temelinde şekillenir ve yaşamın anlamını yaratıcı bir güç veya ilahi bir amaca bağlarlar. Kutsal metinler, ritüeller ve gelenekler aracılığıyla bu anlamı sunarlar.  Din, genellikle şüpheye yer bırakmayacak mutlak bir doğruyu hedefler ve o doğruya inanmayı amaçlar.
Bilim ise şüphecilik ve sorgulamaya dayanır. Gerçeği gözlem ve deneye dayalı objektif ve kanıtlanabilir bir yöntemle arar. Bilim insanlarının amacı, evreni ve insan yaşamını mantıklı ve deneylere dayalı açıklamalarla anlamaktır.
Dinler, genellikle değişmeyen ve sınanamayan bir inanca dayanır. Yanlışlanamaz veya test edilemezler. Örneğin, yaratılış konusu, evrenin nasıl yaratıldığına dair kesin bir inanç içerir.
Bilim ise yanlışlanabilirlik ilkesine dayanır. Bilimsel iddialar test edilebilir ve sınanabilir. Bilimsel bir açıklama veya teorinin yanlış olduğu deney veya gözlemle kanıtlanabilir.  Örneğin, yerçekimi teorisi belirli deneylerle sınanabilir ve yanlışlanabilir.
Dinler, genellikle doğaüstü bir varlık veya güç tarafından yönlendirildiğine inanılan bir anlamı öne çıkarır. İnsanların yaşamları, ilahi bir plana göre şekillenir. Evrenin kökeni, yaşamın amacı ve ölüm sonrası yaşam gibi metafizik soruları yanıtlamaya çalışırlar.
Bilim, doğaüstü açıklamalara dayanmaz ve kanıtı olmayan iddialarda bulunmaz. Kanıtı olmayan bir iddia zaten bilimsel değildir. Evrenin işleyişini doğa yasalarını kullanarak anlamaya çalışır. Bilim insanları, temel metafizik soruları yanıtlamak yerine gözlem ve deneylere dayalı olarak ölçülebilir ve anlaşılabilir gerçekleri anlamaya çalışırlar.
Dinler, genellikle kişisel inanç ve deneyimle ilişkilendirilirler. Her insan dinini kişisel bir biçimde yaşar ve yaşamın anlamını kendine özgü bir şekilde deneyimler.
Bilim ise evrensel ve nesnel bir perspektifi vurgular. Her yerde geçerli olabilecek bilgilere ve anlamlara ulaşma amacını taşır. Bilimsel bilgi, kişisel inançlardan bağımsızdır ve genellikle genel kabul gören gerçeklere dayanır.
Özetle, yaşamın anlamını dinlerde bulmakla bilimde aramak arasındaki temel fark, inanç ve şüphecilik, doğaüstü ve doğal, mutlaklık ve test edilebilirlik/yanlışlanabilirlik, kişisel ve evrensel gibi unsurları içerir. Bu iki yaklaşımın farklılıkları, insanların yaşamı yorumlama biçimlerini önemli ölçüde etkiler. Her iki yaklaşım da insanlar için farklı anlam ve tatmin kaynakları olabilir.

Doç. Dr. Şafak Nakajima