Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi2
Bugün Toplam186
Toplam Ziyaret769522
Ruhande Tandoğan’a Veda



Bundan sonra ne olacağı yıldızlarda yazılıdır, ancak biz seni unutmayacağız, çünkü senin adın kalplerimizde yazılıdır!
kosektas.net

Ruhande Tandoğan'a Veda

Bugün, 3 Haziran 2025, yüreğimizi dağlayan acı bir haberle sarsıldık. Değerli teyzemiz, kıymetli bir öğretmen, bilge bir yol gösterici, merhametiyle kalplerimize dokunan Ruhande teyzemizi elim bir trafik kazasında kaybettik.

Hayatı boyunca, yalnızca öğrencilerine değil, çevresindeki herkese ışık olmuş bir insandı o. Sessizce iyilik yapan, kimseyi incitmeyen, her kelimesiyle öğreten, her bakışıyla huzur veren bir yürek.

Onun yokluğu, yalnızca bizim değil; ardında bıraktığı üç can kardeşimizin de yüreğinde tarifsiz bir boşluk açtı. Onlara sabır ve güç diliyoruz.

Ruhande teyzemiz, sen sadece bir teyze değil; bir anne, bir dost, bir öğretmen, bir rehberdin. Seni sonsuz özlem ve rahmetle anıyoruz.

Mekânın cennet, yolun ışık olsun!

Senin sevginle büyümüş herkes seni asla unutmayacak!

Atatürkçü Düşünce Derneği l Osnabrück l Almanya

Anasayfa

www.kosektas.net


Sadece piyano eserleri bestelemiş olan Frédéric Chopin bu eseri ablası Ludwika Chopin'e ithaf ederken şu ifadeyi kullanmış: "İkinci Konçertomun çalışmasına başlamadan önce bir egzersiz olarak kız kardeşim Ludwika'ya." Bu eser ayrıca, Varşova'nın Alman ordusu tarafından işgal edildikten hemen sonra, 23 Eylül 1939'da, Polonya radyosunun son canlı yayınında, Holokost'tan sağ kurtulan Polonyalı piyanist Władysław Szpilman tarafından çalınmış. Yıllar sonra Szpilman, bu parçayı Alman subayı Wilhelm Hosenfeld ile karşılaştığında da çalmış. Hosenfeld ise Szpilman'ın Nazi Dönemi'nde saklanmasını ve böylece hayatta kalmasını sağlamış. Wikipedia

KÖŞEKTAŞ'TAN PORTRELER l IV - YUSUF ÇELEBİ


Dört bölümden oluşan, "Köşektaş'tan Portreler" adlı yazı dizisiyle sitemize katmış olduğu renklilik ve zenginlikten ötürü Şair Dr. Salim Çelebi'ye çok teşekkür ediyoruz!

kosektas.net

ŞAİR DR. SALİM ÇELEBİ

IV - YUSUF ÇELEBİ

Amcamın oğlu, liseyi bitirinceye kadar yapışık ikizler gibi birlikte olduğumuz İbrahim’in (Çelebi) babasıydı Yusuf amca. Benim de babam sayılır.

7-8 yaşındayken, bugün ancak ülkemizin turistik sahil beldelerinde yazları giyilen kısa pantolonu, biz 50 yıl önce köyümüzde giyiyorduk.

Genç kızların, dikolta adı verilen (Sanırım ‘Dekolte‘ kelimesinden türetilen bir isim.) giysileri vardı: Boynun alt kısmı ve kolları açık, etek boyu diz kapaklarının üzerinde, pazenden yapılma bir giysiydi.

50 yıl sonra nerelere geldik!

Kadın vücutlarının zorla hapsedildiği yıllara!..

Benim, Yusuf amcayla ilk anım ta o yıllara kadar uzanır.

Uzayan saçımızı Yusuf amca keserdi. Bizim evde, üç numara saç kesen bir makine vardı, benim ve İbrahim’in saçı aynı anda kesilirdi. Birimizin saçı kesilirken seyrederdi diğerimiz. Saçı kesilenin, yağmur yağıyormuşçasına yaş akardı gözlerinden. Bıçağı yeterince keskin değil, biraz kördü: Kafamızda hareket ettikçe, kesemediği kılları yolup kopartırdı meret!

Birde şu parazit ilaçları!

Tanrım!

Birkaç ayda bir zorla içirilen solucan döktürücü şurupların o kadar iğrenç bir tadı vardı ki, yalvarırdık içmemek için Yusuf amcaya, fakat Nuh der Peygamber demezdi.

Ağlayarak ve öğürerek içerdik şurubu.

Ortak biçerdöverimiz vardı Yusuf amcayla. Önce Çukurova’ya, sonra Kırşehir’in Boztepe yöresine gider, çalışır ve daha sonra da köyümüzdeki ekinleri biçerdi. Son durağı ise Kayseri Uzun Yayla olurdu. Bir keresinde biçerdöverde yangın çıkmış ve yüzü-gözü yanmıştı!

Biçerdöverin garajı vardı hemen evimizin önünde. Tüm kış bakımını yapar ve gelecek sezona hazırlardı biçerdöveri.

Bir keresinde biçerdöverin motoru yanmış ve köyümüz koşullarında krankını taşlamıştı!

Yusuf amcanın, köyümüzde yaptığı bu krank taşlama işi, o zamanlar Kayseri’de bile sayılı yerlerde yapılabiliyordu!

Bizim, pergel ve cetvel kullanmayı bile zor yapabildiğimiz o yıllarda, “Kompas” kullanırdı Yusuf amca.

Ben ise, “kompas”ı yıllar sonra ancak fizik öğretmeni olacağım için üniversitede öğrenecektim.

Köyümüzle harman yeri arasında bulunan tarlalarımıza elma diktiler babamla. Su yoktu ve eşeklerin sırtında, her sefer, Göllüpınar çeşmesinden getirdiğimiz dörder teneke suyla sulardık fidanları...

Baktılar bu iş olmuyor, kuyu kazmaya karar verdiler. Maaile hep beraber günlerce çalıştık bahçede.

İbrahim ve ben lisede öğrenciydik, tarla işlerinde tembeldik biraz, kardeşlerimiz; Sadullah ve Erdal çok çalışkandılar. Bizim de çok çalışarak yorulmamız için, inat inadına daha çok çalışırlardı: “ Alağaz “ derdik onlara.

Günlerce çalıştıktan sonra nihayet su çıkmıştı kuyudan!

Sıra havuz yapmaya gelmişti ve dağdan getirilmişti havuz yapımında kullanılacak taşlar.

Yusuf amca, havuzun duvarına koyacağı herhangi bir taşı zor seçerdi: Koyacağı taşı İbrahim’den veya benden ister, koymadan önce yıkar, beğenmez başka bir taş daha ister ve onu da yıkadıktan sonra konuşlandırır; geriye çekilir şöyle bir bakar, hoşuna gitmez ise düzeltir ve geriye çekilerek yeniden kontrol eder ve koyacağı bir taş için belki de elli tane taşı denerdi. Çıldırırdık İbrahim’le ve “bu havuz on senede zor biter.” diye dert yanardık birbirimize!

Yaptığının sağlam olmasını istiyordu Yusuf amca. Biz ise biraz top oynamak veya gezmek istiyorduk, lise öğrenciliği döneminin verdiği heyecanla.

Öğrenciyken zaman zaman birkaç gün de olsa yanımızda kalırdı Kayseri’de.

Su testisinin üzerine çizmiş olduğu “Dünya” ile açıklamaya çalışırdı bize; ekvatoru, yengeç ve oğlak dönencelerini...

Uzun süre görememiştim, vefatından bir yıl kadar önce gördüm, yüksek tansiyon nedeniyle felç olmuştu ve zor konuşabiliyordu.

İnanıyorum ki ekonomik ve sosyo-kültürel olanaklar sağlanmış olsaydı, Yusuf amca, çağımıza damgasını vuran bir sanatçı veya bilim insanı olabilirdi!


Şair Dr. Salim Çelebi


Köşektaş Köyü Bilgisunum Sayfası'nda yer alan metin, resim, fotograf gibi tüm içeriklerin hakları asıl sahiplerine aittir! Söz konusu bu içerikler, sahiplerinin rızası olmadan, matbu ya da dijital, başka ortamlarda kullanılamaz!

kosektas.net, Köşektaş Köyü Bilgisunum Sayfası


www.kosektas.net|İletişim: kosektas@kosektas.com| Son Güncelleme: 7 Haziran 2025
Ömer Emmi hoş, sevimli bir komşumuzdu. Otuzlu yaşlardaydı. Siyah kadife şalvarlı, orta boylu, etine dolgun, koyu esmer olmamasına rağmen, siyahı tipli bir yapısı vardı. Evlerimizin yakın olması nedeniyle hemen hemen her gün bize gelirdi. Özellikle sabahları tandır yanarken birlikte tandır başında otururduk. Ömer Emmi hoş sohbet birisiydi ya da biz çocuklara öyle gelirdi. Çocuklarla oynamayı çok seven bir karaktere sahipti. O zamanlar küçük kardeşim Hacıba iki üç yaşlarında çok sevimli, tatlı dilli bir çocuktu. Ömer Emmi bize geldiğinde özellikle onunla oynamayı çok sever, Hacıba’nın kendine sopa (kösseği) ile vurmalarına, canı acısa bile, katlanırdı. Bazen çocuğa karşı yalandan ağlama numarası yapardı. Onu böyle ağlarken gören Hacıba da ağlamaya başlardı. Bu oyunu, çocuğu fazla üzmemek için çok uzatmaz elleriyle kapattığı yüzünü birden açar gülerdi. Bu arada tekrar sopayı yer, oyun böyle sürer giderdi. Hep oyun süresince Ömer Emmi her türlü nazımıza oynardı. Biz ona, o bize büyük bir sevgi ve saygıyla bağlanm
21.04.2025
Çocukluğumda, Deliağanın evinin bulunduğu bu küçük tepeciğin ötesine, kuzey yönündeki uçsuz bucaksız ovaya hiçbir zaman gitmemiştim. O ova bitmez tükenmez gibi gelen buğday tarlaları, Sadık Köyü’ne ve ondan daha da ilerideki göçmen köyü denilen yere, ovanın puslar içerisinde belli belirsiz görünen sınırına kadar uzanırdı. Upuzun kavak ve söğüt ağaçlarının kümelendiği bir yeşilliğin tam ortasında yükselen höyüğü bu yaşıma kadar hep merak etmişimdir.
23.03.2025
Her yerde bir kartalkayası vardır. Bizimki hepsinden sıcak ve yumuşaktır. Güneşin Kartalkayadan doğduğu zamandı. Sabahları sırtlarında bütün kitapları. Küçücük dev sanılan adımları… Okula ilk gelmenin ilklik heyecanı, coşkusu… Güneşle ısınan ve ısıtan duygu… Ana yüzüne ilk gülüşteki ananın mutluluğu. Derste nasıl bulduklarını hâlâ anlayamadığı hep birlikte öğrenme arzusu… Nerden ve nasıl oluştu. Ya da nasıl oluşturuldu. Sabahın güneşi yalarken karşı bağın zerdalilerini, ısınır derslerimizdeki kabarmış bilgi açlığı… Yeniden açmış doğa. Tüm cömertliği ile yeniden oluşur börtü böcek ve çiçekler. Toprağa karışmış, gerinir kirpi ve tosbağalar. Kıdemli toplama kampı gözcüleri yercüğürceler. Oradan buraya kayarken kuyruğunu kaybeden diyetçi kelenkesteler.
23.03.2025
Uzun geçen kış mevsiminin sonunda, hasretle beklenen bahar, köyde yüzünü gösterdi. Güneş çıktı. Üşüyen toprak biraz ısındı. Toprağın üstünde üç aydan beri bekleyen kar erimeye başladı. Kar eridikçe toprağın üstü açıldı, toprağın ıslaklığı geçti ve eriyen karın altından önce kardelenler, sonra sarı çiğdemler toprak üstüne çıktı.
14.03.2025
Köşektaş, Kapadokya dairesi içinde, Avanos’a 35, Hacıbektaş’a 20 km. uzaklıkta şirin bir köy. Henüz beş altı yaşındayım. Evimizin arkasında, bir karış tozu olan yolda, yaşıt birkaç çocuk birlikte oynuyoruz. Önce derinden, sonra gittikçe yaklaşan metalik bir gürültüye dikkat kesiliyoruz. Gürültü şiddetini artırınca korkmaya başlıyoruz. Bu sırada, benden iki yaş büyük ablam, nereden aklına geldi bilmiyorum, “Teççel meççel”, “Kaçın, teççel meççel gelmiş.” diye bağırınca, her birimiz, bir tarafa dağılıyoruz. Ben, doğru samanlığa kaçıyorum. Kalbim, küt küt vuruyor. O sırada ablam yetişiyor. Bu kez de, “Kardeşim, dünya batıyor. Önce çocukları götürecekmiş teççel meççel, sonra da büyükleri.”
04.03.2025
Kitaplar, hayatınızı zenginleştirir, yaratıcılığınızı geliştirirler! Kitaplar, iyi günlerde coşkunuzu artırır, zor günlerde size umut aşılarlar! Kitaplar, karanlık günlerde adeta bir fener görevi görürler, yolunuzu aydınlatırlar! Okumak ve yazmak, sadece başkalarıyla iletişim kurmanızın bir yolu değil, aynı zamanda kendinizi geliştirmenin de bir yoludur. Merak, ona bağlı olarak da bilgi arayışı, yalnızca yaşama dair bakış açınızı genişletmekle kalmaz, aynı zamanda, iyi zamanlarınızda coşku, zor zamanlarınızda yaşama tutunmanızı sağlar! Hayatınız boyunca okuma açlığınızı gidereceğine inandığınız kitaplardan satın alın! Çünkü kitap satın almak; size umut verir, sizi mutlu eder, enerjinizi harekete geçirir, çocuklarınıza miras bırakabileceğiniz bir kütüphane oluşturmanızı sağlar.
19.02.2025
Köşektaş Köyü benim anılarımda önemli bir yer tutar, çünkü orada yaşadığım her bir anı, ömrümü oluşturan karelerin birer parçalarıdır. Onları unutmam, yaşamımdan silip atmam söz konusu olamaz! 1968 yılında kurulan „Köşektaş Köyü Ortaokul Yaptırma ve Yaşatma Derneği’nin“ yöneticileri her ne kadar takdire şayan çalışmalar başlatmış ve yürütmüş olsalar da, yaşadıkları maddi sıkıntılar nedeniyle, ortaokul binasının inşasını başlatamamışlardı. Ortaokul binasının inşası için gerekli olan tüm hazırlıklar tamamlanmış, hatta temel atılmış, ancak bina yapımına başlanamamıştı.
17.02.2025
1930’lu ve 1940’lı yıllar Türkiye’de, eğitim ve öğretim alanında, değişim ve yeniliklere, her zamankinden daha fazla eğilinen, Köy Enstitüleri’nin inşa edildiği yıllar olarak bilinir. Tüm bu değişim ve yenilikler kapsamında, ilköğretimi tüm köylere ulaştırmak ve böylece köyleri çağcıl bir yaşama kavuşturmak amacıyla da çeşitli etkinlikler gerçekleştirilmiş.
10.02.2025
Köye ortaokul yaptırma fikrinin ortaya atılmasındaki amaç, köylünün halklaşma bilincini ön plana çıkararak, köydeki eğitim süresini beş yıldan sekiz yıla çıkarmak ve böylece, yerinde verilecek eğitim ve öğretimle, Köşektaş Köyünü daha da aydınlatmaktı. Bu fikri ortaya atanlar, o yılların Nevşehir Valisi Eşref Ayhan ile Nevşehir Milli Eğitim İl Müdürü, Köy Enstitüsü mezunu Musa Eroğlu beylerdi. O yıllarda, Nevşehir ili sınırları içerisinde bulunan herhangi bir yerleşim birimine bir ortaokul binası inşa edilmesi düşünülüyordu. Bunun için en uygun yerleşim birimi, Eşref Ayhan bey için de, Musa Eroğlu bey için de, Köşektaş Köyü idi. Çünkü Köşektaş Köyü halkı, ilkokul sonrası eğitime olağanüstü ölçüde önem veriyor, bu alanda diğer yerleşim birimlerine oranla açık ara önde gidiyordu.
10.02.2025
Tartışma kaldırmaz bir gerçek: Yaşadığımız çağ, endişe, korku, kafa karışıklığı, kutuplaşma, kurum ve kuruluşlara yönelik güvensizlik çağıdır! Bilgi tarafından boğulmuş, ancak bilgelikten yoksun bir dünyada, öteleme ve ayrıştırma belirleyici duygu haline geldi. Despot ülke idarecilerinin sahte vaatleri, yarattıkları içi boş kahramanlıklar, korku ve algılar, sıradan insanları milliyetçiliğe, sorumluluk ve sorgulama bilinci olan insanları da, siyasi faillik endişesi içinde, çaresizliğe itti!
06.01.2025
 1 
Sanatın İşlevi


Ahşap Yakma Resim
Gürsel Şeref
Sanat, şiddeti ortadan kaldırmalıdır, yalnız o yapabilir bunu!

Stefano d’Anna’nın, “Size öğretilen ve anlatılan dünyanın, anlatıldığı gibi olduğunu söyleyenler sadece anlatanlardır. Korkmanız, çekinmeniz, endişe etmeniz gerektiği söylenen her şey, bu betimlemenin pençesindeki insanların fikirleridir. Oysa bunlar olumsuz duygulardır ve hiçbiri dünyaya geldiği hâliyle insanın mayasında olan hisler değillerdir. İnsan korkusuz doğar. Korku, zorla öğretilir,” diye betimlediği korku imparatorluğunun kollarında yabancılaşan insan(lık) tablosu Munc’un resmettiği ‘Çığlık’tan başka bir şey değildir…

Savaşla, yıkımla, yoksullukla, kan ve gözyaşıyla beslenen karanlık ‘Çığlık’ tablosunda insan(lık)ın umudu yine insan(lık)a ait devrimci sanatta ve isyandadır.

Çünkü yaratıcı sanat, savaş yıkıcılığına karşı duran; durmakla kalmayıp iyi, güzel ve doğrunun önünü açan bir dinamiktir. Tıpkı Ingeborg Bachmann’ın ifadesindeki üzere: “Bir gün gelecek, insanların siyah ama altın gibi parlayan gözleri olacak; onlar, güzelliği görecekler, pisliklerden arınmış ve tüm yüklerden kurtulmuş olacaklar, havalara yükselecekler, suların dibine inecekler, sıkıntılarını ve ellerinin nasır bağlamış olduğunu unutacaklar. Bir gün gelecek, insanlar özgür olacaklar, bütün insanlar özgür kalacaklar, kendi özgürlük kavramları karşısında da özgür olacaklar. Bu, daha büyük bir özgürlük olacak, ölçüsüz olacak, bütün bir yaşam boyunca sürecektir…”

Sözü edilen özgürlüğün yaratılmasında barış için savaşan devrimci sanatın rolü büyük olacaktır…

“Nasıl” mı? Gayet basit: Sanat, insan(lık)ı hakikâte ulaştırır. Onunla gerçekleri tanır, tanımlar ve tahayyül ederek, harekete geçeriz.

Onun görevi, kopya etmek değil, ifade ederek, yol açmaktır.

Michel Foucault kaygılarını, “Beni şaşırtan, toplumumuzda sanatın bireylere ya da hayata değil de yalnızca nesnelere ilişkin bir şey durumuna gelmesi,” diye dillendirirken; Louis Aragon da ekler: “Yeni sanat, aynı zamanda hem ağacı hem ormanı gösteren, onları neden gösterdiğini bilen, ‘sanat sanat içindir’den mümkün olduğunca uzak, insana yardımcı olmak, yaşam yolunu aydınlatmak tutkusu içinde olan, yaşam yolunun anlamını da hesaba katan ve bu yolculuğun öncülüğünü yapan kaçınılmaz, zorunlu bir yeni gerçekçiliktir”!

Evet devrimci sanat yalnızca kendisine verilenle değil, verilmiş olanın imgelemiyle de yaratır dünyasını. İmgelem yetisi, dolayısıyla soyutlama edimi olmadan, nitelikli bir geçmiş, bugün ve kendine özgü bir kültür yaratamaz devrimci sanat…

Ancak şu da unutulmamalı: Sanatçı, diğer insanların ne istediğini fark edip, bu talebi karşılamaya çalıştığı anda, sanatçı olmaktan çıkar. Sıkıcı veya eğlenceli bir esnaf, dürüst veya sahtekâr bir ticaret insanı olur…

Temel DEMİRER