Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam79
Toplam Ziyaret735468
Pirahã Halkı ve Dili
Daniel Everett, Pirahã kabilesi'ne dair özellikleri anlatıyor,
videodaki konuşma ve alt yazı İngilizcedir!

Manchester Üniversitesi dilbilim profesörü Daniel Everett Amazonlarda Maici nehri kıyısında yaşayan Pirahã halkının dilini 1977’den beri  inceliyor. Everett, Pirahaların arasında toplam yedi yıl geçirdi, buna karşın bulgularını yayınlamaya bugüne kadar cesaret edemiyordu. Çünkü bulgular, büyük popülaritesi olan doğuştanlık kuramına ters düşüyordu; nitekim genelce diye kabul edilen ve bütün dünya dillerinde olduğu varsayılan bazı dil(bilgi)sel özellikler Pirahãda yer almıyordu; dolayısıyla çağımızın en ünlü dilbilimcisi N. Chomsky ve  S. Pinker için bile bu bulgular dilbilim tartışmalarının odağını oluşturuyor.

Pirahãların en önemli özelliği tutumluluk: Yalnızca üç adıl kullanıyorlar; zaman  anlatan sözcükler bulunmuyor; eylemlerde geçmiş zaman yok. Renkleri somut olarak anlatmak da bu dil için önemsiz. Fakat en şaşırtıcı nokta, yantümce olmaması. Pirahãlar “İşimi bitirince sana gelirim” gibi bir tümcenin yerine “İşimi bitiririm, sana gelirim” der.

Everett “herkes”, “tümü/bütünü”, “daha çok” gibi sayı sözcüklerini de köylülerden hiç duymadığını söylüyor.  Everett “bir”e yakın anlamı olan “hói” diye bir sayı sıfatı duyduğunu, ancak bu sıfatın aynı zamanda “küçük” ya da “daha az” anlamına geldiğini belirtiyor (Örneğin “büyük bir balık” yerine “iki küçük balık”). Pirahãlar işlerini parmak hesabıyla yürütüyorlar.

Columbia Üniversitesi’nden ruhdilbilimci P. Gordon “Science” dergisinde yayınlanan çalışmasında güvercinler ya da şempanzeler sayılardan ne kadar anlıyorsa, Pirahãların da o kadar anladığını, “sayı kavramı” olmayınca sayıları ayırt etmenin de olanaksız olduğunu  söylüyor.

Everett Pirahãlara birden ona kadar saymayı öğretmek için sekiz ay uğraşmış, ancak öğretememiş. Everett bunun Pirahãların aptal olduğu anlamına gelmediğini, zekalarının  önlisans düzeyindeki bir kişinin zekasından daha düşük olmadığını belirtiyor.

Everett bütün bu olağandışı durumları şöyle açıklıyor: Dil, kültür aracılığıyla dünyaya gelir. Pirahãların kültürü ise “şimdi ve burada  yaşamak”  biçiminde özetlenebilir. Sadece doğrudan doğruya yaşananlar anlatılmaya değer bulunuyor. Bütün olaylar konuşma anına bağlıdır. Bu yaşam biçimi soyutlamayı ve geçmişle karmaşık bağlantılar kurmayı engelliyor, böylece dili sınırlıyor.

Pirahãların çocuklara ad verme yöntemi de ilginç: Çocuğa, herhangi bir yönüyle benzediği bir kabile üyesinin adı veriliyor. Bugün ve şimdi önemi olmayan şey unutuluyor. Örneğin çoğu kişi dede ve nenelerinin adını anımsamıyor.

Evrensel dilbildisinin özünü sesbilgisinin mi, biçimbilgisinin mi ya da başka bir dilbilgisel ulamın mı oluşturduğu konusu tartışmalı olsa da, dilbilimin duayeni 77 yaşındaki Chomsky’nin tartışmasız kabul ettiği bir şey var: bir yapının kendi kendisinin bir parçası olarak yinelenmesi (Rekursion). Chomky’ye göre yineleme olmadan ne matematik, ne bilgisayar ne de felsefe olurdu. İlke olarak, yineleme olmasaydı yantümce kurmak da olanaksız olurdu. Pinker buna dayanarak diyor ki: Pirahãda yantümce yok ise; yineleme, insan dilinin kendine özgülüğünün kaynağı ve nedeni, hatta evrensel dilbilgisinin bir öğesi de olamaz. Bu görüş, Chomsky’nin çürütülmesi anlamına gelir.

Bu bulgular, sözcüklerin düşünceyi belirlediğini savunan B. Whorf’u yeniden gündeme oturtmuştur.

Bugün itibarıyla hiç kimse Everett’in bulgularını doğrulayacak ya da çürütecek durumda değil. Çünkü onun gibi iyi Pirahã bilen yok. Buna karşın Chomsky’nin de çevresinden olmak üzere birçok araştırmacı bu yıl Maici’ye gidip Everett’in bulgularını/savlarını yerinde inceleyecek

(Rafaela von Bredow’un Der Spiegel’deki  haberinden aktaran: Prof. Dr. Tahir Balcı; 17. sayı, 24.4.06, s. 150-152).

BÂLÂ NİŞANİ MESNED-İ TACDAR



Körinanç, en basit anlamıyla, “akıl ve bilim düşmanlığıdır.” Özellikle dinsel anlamda aşırı (tutkusal) bağlılıktır. Başka görüş ve düşünceye, özellikle de deneysel bilime gelişip, serpilme ve güçlenme hakkı tanımaz. Kendi inancı dışındaki hemen her şeyi yok etmeye çalışır. Engizisyon Mahkemeleri, Sivas, Çorum, Kahramanmaraş ve Malatya katliamları, onlarca seçkin bilim insanımızın, araştırmacı - gazeteci ve yazarımızın katledilişi başlı başına birer körinanç olayıdır.

MUSA KÂZIM YALIM

09 Haziran 2016, Çarşamba

Bâlâ nişani mesned-i tacdar

Kıymetli dayıoğlum Salim, benimle ilgili düşünceleriniz beni gerçekten çok onurlandırdı. Akıl ve bilimi, kılavuz yapmış, diyalektik materyalist felsefeye dayalı “bilimsel dünya görüşünün” izinden yürüyen sizin gibi gençlerin takdirini kazanmak insana yeniden güç kazandırıyor. Sizin gibi gençlerden ilgi gördükçe, yaşamı daha çok sevmeye başlıyor insan.

Dünyada tüm insanlığa yararlı bir birey olmak, akıl ve bilime bağlı olmaya bağlıdır. İnsanlığın bilimsel çağdaş dünya doğrultusunda gelişip güçlenmesi, akıl ve bilim düşmanlığı denilen körinanç anlayışını yenmeye bağlıdır.

Eğer biz toplum olarak, deneysel bilim ve güzel sanatlara dayalı bir toplum olmak istiyorsak, akıl ve bilim yoluna dönerek, ArapOsmanlı birlikteliğini oluşturan, akıl ve bilim düşmanlığı denilen körinanca yönelik kültür ve uygarlıktan ayrılarak, kendi ulusal kültürümüzü oluşturmak zorundayız. Sonuç olarak şu gerçeği vurgulamak istiyorum:

Türkiyemizi, “bilimsel dünya görüşüne” yönlendirmek ve Rönesans hareketinin çağdaş kazanımlarına ulaştırmak, sizin gibi aklın ve bilimin gücüne inanmış, her görüş ve düşünceyi bilimsel ölçütlere göre değerlendiren gençlerin görevidir. Ülkemiz, sizin gibi gençlerin elinde yükselecektir.

Kıymetli dayıoğlum, ben sizin hafızanıza ve zekanıza hayran kaldım. Yaklaşık 40 – 45 yıllık bir anıyı unutmamış olmanız, beni hayrete düşürdü. Sizi kutlarım!

Bâlâ nişani  mesne-i tacdar.” Bu dizenin, Osmanlılar zamanında Padişah, Sadrazam veya Şeyhülİslâmı övmek için söylenmiş olduğunu düşünüyorum. Aynı zamanda sevgililer için de söylenmiş olabilir. Örneğin:

Rütbe-i balâ: Vezirlikten önceki rütbe.

“Kim yetiştirdi bugüne servden bala seni.”

Şair Nedim’in bu övgü dizesi, Vezirliğe yükselmiş birisi için söylenmiş.

Serv: Servigililerden olan ve Akdeniz Bölgesi’nde çok fazlaca yetişen, yapraklarını dökmeyen ince, uzun bir ağaç.

Bâlâ: Yüksek, yukarı, yüce.

Nişani: İşaret etme, belirtme.

Mesned-i: Üzerine dayanılan dayanak, önemli bir görevlinin çalıştığı yer ve mevkii.

Tacdar: Taç giyen Padişah veya Hükümdar.

Osmanlı döneminde kullanılan dil  ve felsefe, Osmanlıları yüceltecek, yeni bir kültür, yeni bir uygarlık yaratacak nitelikte olmadığı için ve aynı zamanda Arap – Osmanlı birlikteliğinde sürekli akıl ve bilim düşmanlığı güdüldüğü içindir ki; Anadolu’nun karayağız delikanlılarının kanı pahasına elde edilmiş yerler, 1699 Karlofça Antlaşması’ndan başlamak üzere, birer birer kaybedilmeye başlanmıştır.

Osmanlı İmparatorluğunun varlığını kaybetmesi, Arap – Osmanlı birlikteliğini oluşturan akıl ve bilim düşmanlığına dayanmaktadır. Araplar ve Osmanlılar, Orta Çağ karanlığının içinde körinanca kapanıp kalmışlardır.

Dayıoğlu, sizinle ve diğer genç arkadaşlarla olan sohbetlerimiz sırasında, “Osmanlıca’yla, yani ne olduğu belirsiz sözcüklerden oluşmuş bir dil yapısıyla, Türk toplumunun kalkınma olanağı yoktur!” ve benzeri konuları içeren tartışmalarmımız olmuştur. Osmanlıca, Türk toplumunun kendi yarattığı bir dil değildir. Onun için de Osmanlıca’nın, düşünce ve felsefe üretme yeti ve kapasitesi yoktur.

Yıllar önce, “bâlâ nişani mesned-i  tacdar” sözcükleriyle, kimi örnekler vererek, Osmanlıca’nın, bizim toplumumuzu, “bilimsel dünya görüşü” doğrultusunda kalkındırma gücüne sahip bir dil olmadığını vurgulamaya çalışmıştım.

Büyük önder Atatürk, ne olduğu belirsiz bir Osmanlıca’yla, yani karman çorman bir dil yapısıyla, Türk toplumunun kalkınamayacağı gerçeğini görmüş, onun için, Türkçemizi, arı bir dil haline getirmenin kaçınılmaz olduğuna inanmıştır.

Bugünkü Müslümanlık da, Arap ulusçuluğu doğrultusunda geliştirilmiş, akıl ve bilim düşmanlığına odaklanmıştır. 

Arap ulusçuluğuna inanmış bulunan Osmanlılar, akıl ve bilim düşmanlığına dayalı Arap – Osmanlı birlikteliğini oluşturmuşlardır.

Osmanlılar, Anadolu insanının inanç ve geleneklerine dayalı kendi kültür ve uygarlığını yaratmasına yardımcı olacağı yerde, Arapların kültür ve uygarlığının etki alanını genişletmişler ve Arapları ihya etmişlerdir. Bu yüzdendir ki, Osmanlıca denilen, ne olduğu belirsiz, Arapça-Farsça karışımı bir dil oluşmuştur. Osmanlıca denilen bu dil, çağdaşlaşmamızı önleyen bir takoz olamaya hâlâ devam etmektedir.

Müslümanlık:

  • Arap Ulusçuluğu’na dayalı, Arap – Osmanlı birlikteliğinin Osmanlılar tarafından geliştirilip güçlendirilmesi yüzünden Kuran düzenlemesiyle, “evrensel niteliğini”;
  • Başta Türkiye olmak üzere, İslâm dünyasındaki durmak bilmeyen katliamlar yüzünden, “hümanist ve hoşgörü niteliğini”;
  • Tebeddül-i ezmanla tagayür-i ahkam caizdir.” Hazreti Muhammed’in bu sözlerine göre, İslâm dini, değişen zaman ve mekana göre de yorumlanabilirlik niteliğini;
  • İslâm dininin kutsallığını hiç önemsemeden tüm İslâm dünyasında, politika ve rant doğrultusunda kullanılmasıyla da, kutsal niteliğini;

ne yazık ki kaybetmiş durumdadır.

İslâm dünyası, İslâm’ın bu temel niteliklerini gözardı etmiş olduğundan, asırlardır emperyalist ülkelerin tutsaklık zincirine bağlı kalmaktan kurtulamamıştır.

Bâlâ nişani  mesned-i tacdar.” Bu anlatım, tamamıyla bir Osmanlıca anlatımıdır. Bütün Osmanlıca bu tümce gibi anlamsızdır. Bu tümce veya anlatım, Osmanlı hanedanına anlamlı gelebilir. Ama Anadolu halkı için anlamsızdır. Osmanlıca, anlamsız ve anlaşılması güç olduğu için insanı doğru düşünmeye yönlendirmez. Bu nedenle, 40-45 yıl önce, arı Türkçe’ye dönmemizin önemini vurgulamak için bu dört kelimeyi telafuz etmiştim.

Arı bir Türk dilinin yaratılmasını desteklemek için, adı geçen Osmanlıca anlatımı örnek vermekle gençlere, arı Türk diline güvenmelerinin ilericiliğin ve devrimciliğin bir gereği olduğu anlatılmak istenmiştir.

Arı Türk dilinin amacı, Türk köylüsünün ve Türk toplumunun, kendi ulusal kültürünü oluşturarak, Batılı bilimsel ve sanatsal dünya görüşüne, yani bilimsel uygarlığa yönelmesini sağlamaktır.

Dil, bilimsel uygarlığın temelidir. Dil düşünceyi, düşünce felsefeyi, felsefe bilimi, bilim de endüstriyi oluşturur.

Kolay anlaşılır, arı bir Türk dili yaratıp geliştirmekdikten sonra, ne yaratıcı olabiliriz ne de muassır medeniyetler seviyesine ulaşabiliriz.

Osmanlıların dili, halkımız tarafından kolay anlaşılır bir dil olmadığı için, Osmanlı yönetimi, Osmanlı hanedanı ve erkanı halkla bütünleşememiştir. Bu yüzden de, yaklaşık 650 yıl içinde halka uygar hiçbir hizmet götürülememiştir. Osmanlıların, Türk köylüsüne, Türk toplumuna hizmet götürmesi şöyle dursun, onları ezim ezim ezmiş, perme perişan etmiştir. Şu dizelerden de anlaşılacağı üzere, Osmanlı yönetimi, halka hizmet etmek şöyle dursun, ancak halkın ürettiği ürüne ortak olmayı bilmiştir.

Şalvarı şaltak Osmanlı, Egeri kaltak Osmanlı, Eken de yok, biçen de yok, Yiyen de ortak Osmanlı.

Arap – Osmanlı birlikteliğini oluşturan ve körinanç denilen akıl ve bilim düşmanlığının doğuşu, bir hayli kavgalı ve kanlı olmuştur.

Batı, Rönesans hareketinin sayesinde akıl ve bilim düşmanlığından kurtulabilmiş, fakat Ortadoğu ve İslâm dünyası, bu belayı üzerinden bir türlü atamamıştır.

Körinanç en basit anlamıyla “akıl ve bilim düşmanlığıdır.” Özellikle dinsel anlamda aşırı (tutkusal) bağlılıktır. Başka görüş ve düşünceye, özellikle de deneysel bilime gelişip, serpilme ve güçlenme hakkı tanımaz. Kendi inancı dışındaki hemen her şeyi yok etmeye çalışır. Engizisyon Mahkemeleri, Sivas, Çorum, Kahramanmaraş ve Malatya katliamları, onlarca seçkin bilim insanımızın, araştırmacı - gazeteci ve yazarımızın katledilişleri başlı başına birer körinanç olayıdır.

Körinanç; toplumsal ve devlet yaşamında bağnazlığa dayalı, düşsel ve dinsel inancı egemen kılmaya çalışır. Bu yüzden her zaman dikkatli olmak gerekir.

Kıymetli dayıoğlum, sizin bir sorunuz, bizi nereden aldı ve nereye getirdi.

“Laf, lafı açarmış.” Bu özdeyiş yerinde söylenmiş bir olgudur.

Başarılar diler, gözlerinden öperim.

Sevgiler.

Musa Kâzım Yalım.

7. II.2010



 

 





0 Yorum - Yorum Yaz
Şehleray Dili

Bedros Tıngır'ın Evrensel Dili Şehleray
The Seh-lerai Language

Şair Bedros Tıngır'ın dünya barışına hizmet etmesi için tasarladığı, icat ettiği ve kurallarını, gramerini oluşturduğu Şehleray dilinin hazin hikâyesi...

Şair Bedros Tıngır’ı (Petros Tıngıryan) ve tasarladığı Şehleray dilini pek bilen yoktur. Kendisi 19. Yüzyılda 40 yıl boyunca İzmir Buca’da yaşamış ve 1881 yılında Buca’da ölmüş Ermeni bir şairdir. Dokuz dile (Ermenice, Yunanca, Latince, Arapça, Farsça, İtalyanca, İngilizce, Fransızca, Sanskritçe) hâkim olan Tıngır, 1865 yılında burada, uluslararası olarak kullanılabilecek Şehleray dilini icat etmiştir. Bu dil Tıngır’a göre, bütün ülkeler arasında barışı ve sevgiyi teşvik edecek, dinler üstü, diller üstü, uluslar üstü kimlikli bir dil olacaktır. Tıngır, çeşitli dinlere ve dillere bölünmeye maruz kalmadan evrensel tek bir dilin ulusları birbiriyle bütünleştireceğine ve hatta tüm bireysel çekişmelere, tüm kavgalara ve tartışmalara bir son vereceğine inanmıştır. Tıngır, dilinin dünya çapında, tüm uluslar tarafından sevgi ve direniş olmadan kabul edileceğini hayal etmiştir. Hedefinde, yıkılmayacak bir Babil Kulesi inşa etmek vardır.

Böyle bir hayat felsefesi benimsemesinde, Tıngır’ın yaşadığı kimi olaylar da etkili görülmektedir. Tıngır, 3 Eylül 1799'da Konstantinopolis'te doğmuş, 21 Ekim 1811 yılında Ermeni Katolik Mekhitarist İlahiyat Fakültesi’nde rahiplik için eğitim almak üzere Viyana'ya gönderilmiştir. Bedros'a 7 Eylül 1813'de dini bir sembol taşıyan Karapet ismi verilmiştir. On dokuz yaşında bir rahip olarak görevlendirilen Karapet, Konstantinopolis'e dönmüş, ancak 1827-1830'da başkent Ermeni Ortodoks Patrikhanesi tarafından kışkırtılan Ermeni Katoliklerine yönelik zulüm sırasında şehirden gönderilmiştir (Russell, 2012, s.3). Tıngır, ilk önce Bükreş'e gitmiş, 8 Ocak 1828'de Viyana'daki manastırına dönmüş, buradan hem Ermeni Katolikliği hem de kendisine verilen Karapet ismini reddederek ayrılmıştır. Yolculukları onu son olarak İzmir'e taşımıştır. Fikrimce, dinler ve diller üstü, barış ve sevgi taşıyacak bir dil icat etme motivasyonunun altında, yaşadığı zorlu mücadeleler yatmaktadır.

Tıngır, icat ettiği yeni dili, çeşitli dillerin çeşitli seslerinden, özellikle Sanskritçe'den oluşturmuş, çeşitli karakterlerin parçalarından oluşan bir amalgam yaratmıştır. Herhangi bir ulus tarafından kabul edilip kullanılmadığından Şehleray, bir dil olarak adlandırılamamıştır. Tıngır, icat ettiği dil için bir gramer kitabı ve sözlük hazırlamıştır. Oluşturduğu alfabeyi temel aldığı bir müzikal notalama sistemi dahi geliştirmiştir (Russell, 2012, s.3).

Eğitiminin bir kısmını Viyana’da, bir kısmını da İstanbul’da tamamlayan Tıngır, şair olmasının yanı sıra bir dilbilimci olarak da kabul edilebilir. Kendisi, yeni oluşturduğu Şehleray dilinde şiirler yazmış, gelen ziyaretçilerine bu dilin Fransızca tercümesinden şiirler okumuştur. Fakat kendisi dışında Şehleray dilini anlayabilen, o dilden eserleri okuyabilen biri olamamıştır maalesef. Elbette elimize ulaşan eserleriyle, özellikle de yazdığı gramer kitabı ve sözlük vasıtası ile dilin analizi ve bu dil üzerinden yazılan şiirlerin analizi mümkündür.

Tıngır, Buca’daki evinin girişine, kendi tasarladığı dili kullanarak ‘’Ayzeradant’’ yani ‘’Bilgelik Tapınağı’’ yazmıştır (Russell, 2012, s.4). Evinde dilbilimi üzerine çokça kitap içeren bir kütüphanesi bulunmaktadır. Ünlü yazar William Saroyan, Bedros Tıngır’ın yakın arkadaşlarındandır. Bedros Tıngır’ın yaşadığı yer bugün, Tıngırtepe olarak adlandırılmaktadır; lakin orada yaşayan halkın Bedros Tıngır hakkında bir bilgisi olmamakla birlikte, Şehleray dili hakkında da fikirleri bulunmamaktadır.

Bugün, Bedros Tıngır’ın evini görmek mümkün değildir; Tıngır’ın evinin bulunduğu yerin üzerinde Mevlana Celaleddin Rumi’nin devasa bir heykeli bulunmaktadır. Şehrin hafızasının geri kazandırılması, Bedros Tıngır’ın çok önemli bulduğum dil felsefesinin görünür kılınması için Tıngır hakkında geniş kapsamlı araştırmalar başlatılmalı, çeviri faaliyetleri yapılmalıdır.

Gözde YILMAZ 

Kaynakça:

Russell, James (2012) "The Seh-lerai Language", Journal of Armenian Studies.

Harvard Library